İşkence Mağdurlarına Saygı Anıtı

İstanbul, 2013
...

Dünyadaki diğer birçok ülke gibi Türkiye de 1960’lar boyunca önemli toplumsal değişimler ve çok yönlü sosyal ve siyasi aktivizm biçimleri yaşadı. Kentleşme ve sanayileşmenin hızlanması siyasi alanı da etkileyen derin toplumsal değişimlere yol açtı. Hükümete karşı artan tepkiler, sol ve sağ kanadın radikalleşmesine yol açtı. Öğrenci protestoları, işgaller ve grevlerin yanı sıra solcular ve sağ milliyetçi eylemciler ile polis arasında şiddetli çatışmalar yaşandı.

12 Mart 1971’de askeri güçler, Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi hükümetini devirdi. Kamu düzenini ve güvenliğini yeniden tesis etmek gerekçesiyle sıkıyönetim ilan etti. Askeri güçlerin baskısı altında Nihat Erim’in başbakan olduğu askeri bir hükümet kuruldu. Yarı darbe niteliğindeki bu askeri muhtırayı özellikle sol grupları hedef alan baskıcı önlemler izledi. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve devrimci gençlik örgütleri kapatıldı, sendikal haklar kısıtlandı, çok sayıda siyasi aktivist, solcu entelektüel, gazeteci ve sendikacı tutuklandı. 

İstanbul'un Anadolu yakasında, Erenköy’de bulunan Zihni Paşa Köşkü, diğer adıyla Ziverbey Köşkü, 12 Mart darbesini takip eden yıllarda kullanılan gözaltı ve işkence mekânlarından biriydi. Köşk ve geniş bahçesi, Sultan Abdülhamid’in ticaret nazırlarından Zihni Paşa tarafından 20’li yılların başında Tüccarbaşı Caddesi üzerinde inşa ettirildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında da Zihni Paşa’nın torunlarının mülkiyetinde kalmaya devam etmişti. 1941 yılında çıkan bir yangın köşkü yok etmiş ve köşk 21 odalı bir villa olarak yeniden inşa edilmişti. 1960'ların başında köşk askeri güçler tarafından kiralandı. Köşk, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) tarafından gözaltı ve işkence yeri olarak kullanılmaya başlandı. Köşkte Mart sonrasında gözaltına alınan ve işkence gören subaylardan Atilla Özsever’in hatırlattığı gibi, İstanbul Sıkıyönetim ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün, 1973 yılında Yankı dergisine verdiği bir röportajda Zihni Paşa Köşkü’nü kontrgerilla faaliyetlerinin merkezi olması için açtığını belirtti. Devrimci aktivistler, gazeteciler ve subaylar orada ağır işkencelere maruz kaldılar.

12 Mart sonrasında köşkün işlevi İlhan Selçuk tarafından ortaya çıkarıldı. Gazeteci, baskı altında yazmak zorunda kaldığı ve Tercüman gazetesinde yayımlanan makaleye "İşkence altındayım" şeklinde bir akrostiş ekledi. İlhan Selçuk yaşadığı işkenceleri ve köşkün kontrgerilla faaliyetleri için merkez olarak kullanıldığını ayrıntılarıyla anlattığı "Ziverbey Köşkü" adlı kitabını yayımladı. Talat Turhan gibi askeri güçlerin devrimci üyelerinin yanı sıra, köşkte gözaltına alınan ve işkence gören aydınlar arasında Murat Belge ve Uğur Mumcu da vardı. 

1990’lı yıllarda köşk yıkılarak arsasına birkaç bloktan oluşan “Ateşpare Erenköy Sitesi” inşa edildi. 2013 yılında Kadıköy Belediyesi ve Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği'nin (ADAM-DER) ortak girişimiyle, konutun önündeki Kuşluk Parkı’nda mağdurların anısına bir heykel yaptırıldı. Dernek, heykelin seçim sürecine dahil olup prototipler hakkında görüşlerini bildirdi.

İşkence Mağdurlarına Saygı Anıtı 12 Eylül 2013te, dönemin Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk tarafından ADAM-DER üyelerinin, işkence mağdurları ve yakınlarının, köşk ve mahalle sakinlerinin katılımıyla açıldı. Açılış, 12 Eylül Darbesi’nin yıldönümüne denk geldi. Anıt fikri, 12 Mart Muhtırası’ndan sonra gözaltına alınan ve köşkte işkence gören ADAM-DER üyelerinden Faik Güleçyüz’e aitti. Dernek, anıt için dönemin CHP’li Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'e teklif sundu ve Öztürk teklifi kabul etti. Anıtın tasarımını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi ve heykeltıraş Prof. Rahmi Aksungur yaptı.

Anıt, gözleri bantlı ve elleri arkadan bağlı iki erkek ve bir kadın olmak üzere üç kişiyi temsil eden 2,5 metre yüksekliğinde bir heykeldir. Heykelin kaidesindeki yazıtta şunlar yazıyor: 

“İşkence gören ve işkencede öldürülenlerin anısına saygıyla. Bu anıt; Kamuoyunda Ziverbey Köşkü olarak bilinen ve tarih sayfalarına kara bir leke olarak düşen Zihni Paşa Köşkü’nde 12 Mart 1971 askeri darbesi döneminde işkence edilerek hayati organlarını kaybeden, sakat bırakılan ve öldürülen yurttaşların anısına, Kadıköy Belediyesi tarafından heykeltıraş Rahmi Aksungur’a yaptırılmıştır.”

Anıtın kaidesindeki yazı doğrudan 12 Mart 1971 tarihine atıfta bulunsa da, açılışının 12 Eylül’de yapılması kapsamını tüm işkence mağdurlarını alacak şekilde genişletiyor. ADAM-DER eski Başkanı Tuna Atalay'ın da belirttiği gibi, amaç; “İşkencenin her türüne dikkat çekmek ve kamuoyunda işkence konusundaki farkındalığı artırmak.”

Bu evrensel kapsam heykelin estetiğine de yansıtılmış durumda. İlhan Selçuk gibi, Zihni Paşa Köşkü'nde işkence gören ve hayatta kalmış olan ünlü isimleri temsil etmek yerine soyut bir tasarım tercih edilmiş. Siyasi tutuklulara yönelik işkenceler de sıklıkla erkek figürlerle ilişkilendirildiği halde heykeldeki üç karakterden birinin kadın olması, işkence mağduru kadınları anmak için de bilinçli bir tercih. Ayrıca anıtın dikilmesinden bu yana, bu konu özelinde yeni bir çalışma da Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi’nin sözlü tarih koleksiyonu ile yapıldı. Koleksiyon, kadın temsiline önem vererek 12 Eylül darbesi sonrasında işkenceye maruz kalanların deneyimlerine yeni bir ışık tuttu ve tanıklıkları için dijital bir alan açtı.

Heykel, bugüne kadar Türkiyede işkence mağdurlarına adanan ilk ve tek anıt. ADAM-DER ve diğer sivil toplum kuruluşları 12 Mart ve 12 Eylül tarihlerinde, işkence mağdurlarının anısına halka açık toplantılar düzenliyor. 2016 yılından bu yana anma törenleri sırasında yapılan basın açıklamaları kısıtlama kararıyla artık anıt önünde değil, Kadıköy Meydanında yapılıyor.

Anma törenlerine, anıtın dikilmesine olumlu tepki gösteren, dernek üyelerine ve işkence mağdurlarına yakınlık duyan bazı mahalle sakinleri de katılıyor. Ancak katılım sınırlı kalıyor ve anıtın halk arasında bilinirliğinin oldukça az olduğu görülüyor. Bu açıdan anıtın şu ana kadar kamuoyunun işkence konusundaki farkındalığına önemli bir katkıda bulunduğunu söylemek zor. Buna karşın, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) belgeleme çalışmaları güvenlik güçlerinin yıllardır devam eden işkence uygulamalarına ve faillerinin cezasızlığına dair önemli kanıtlar sunuyor.

Anıt artık orada olmayan bir mekâna atıfta bulunarak dikildi. İşkencelerin yapıldığı köşk yıkılıp yerine site yapılması, buranın bir hafıza mekânına dönüştürülmesini imkânsız hale getirdi. Bu bakımdan anıt sembolik bir çağrışım yaratarak anıldığı mekânla zayıf bir bağlantı kuruyor. Diğer taraftan, fiziksel bir hafıza mekânının olmaması daha geniş bir kitleye ulaşmayı zorlaştırmakla beraber, anıta daha evrensel bir anlam kazandırma fırsatını da sunuyor. 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin işkence mağdurlarının ötesinde, heykeldeki anonim ve soyut karakterler, sembolik olarak, tüm işkence mağdurlarını temsil ediyor.

Anıt; ADAM-DER, Kadıköy Belediyesi ve heykeltıraş Rahmi Aksungurun özgün iş birliğinin ürünü olarak ortaya çıktı. Anıt, aynı zamanda nispeten elverişli olan siyasi bağlamın da bir sonucudur. Yerel bir girişim olarak bu anıtın sürdürülebilirliği, yerel yetkililerin iyi niyetine bağlı olmaya devam ediyor. Kadıköy ilçesinde yerel siyasetin istikrarı bu tür girişimlerin kaldırılmasını nispeten ihtimal dışı bıraksa da, Uğur Kaymaz veya Ceylan Önkol'un anıtları gibi Kürt bölgesindeki anıtların akıbeti bize bu tür girişimlerin kırılganlığını hatırlatıyor. Belediyenin olası bozulmalara karşın bakım çalışmalarına dair taahhüdü, anıtın uzun vadede sürdürülebilirliği açısından belirleyici olacaktır.

Son olarak, siyasi iktidarın geçmişteki ve günümüzdeki insan hakları ihlalleriyle yüzleşmemesi ve ana akım medyanın bu konulara ilgi göstermemesi, bu tür anıtların etkisini ve görünürlüğünü sınırlamaktadır. Bugünün Türkiyesinde okulda ve devlet kurumlarında kapsamlı insan hakları eğitimi ve kapsayıcı hafıza politikaları olmadığı gibi, işkenceyi yasaklayan ve faillerinin hesap vermesini sağlayan bir siyasi irade de yok. Bu şartlarda, sivil toplum kuruluşlarının yoğun çabalarına rağmen işkence hakkında farkındalığı artırma, Türkiyenin geçmişteki ve mevcut işkence uygulamaları ve mağdurlar üzerindeki kalıcı etkilerini anlatma girişimleri sınırlı bir kamuoyuna erişebilmektedir.