Tuna Atalay

Ziverbey Köşkü ve İşkence Mağdurlarına Saygı Anıtı

Noémi Lévy-Aksu, ADAM-DER eski başkanı Tuna Atalay ile İşkence Mağdurlarına Saygı Anıtı fikrinin gelişimini ve anıtın  inşa sürecini konuştu. İstanbul Erenköy’de bulunan Zihni Paşa Köşkü, diğer adıyla Ziverbey Köşkü, 12 Mart 1971 Muhtırası’nı takip eden yıllarda kullanılan gözaltı ve işkence merkezlerinden biriydi. Adalet Partisi Hükümeti’nin devrilmesi ve sıkıyönetim ilan edilmesinin ardından, Nihat Erim’in başbakanlığında, askeri teknokratik bir hükümet kuruldu. Yarı darbe niteliğindeki bu askeri muhtırayı, özellikle sol grupları hedef alan baskıcı önlemler izledi. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve devrimci gençlik örgütleri kapatıldı, sendikal haklar kısıtlandı. Birçok siyasi aktivist, solcu entelektüel, gazeteci ve sendikacı tutuklandı. Bu kişilerin bir kısmı Ziverbey Köşkü’nde işkenceye maruz bırakıldı. Burada yaşanan işkencelerin hatırlanması ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan diğer işkencelere de dikkat çekmesi için bu anıt yapıldı. Heykeltıraş Profesör Rahmi Aksungur tarafından yapılan anıt, 2013 yılında ADAM-DER ve Kadıköy Belediyesi işbirliğiyle açıldı. Anıt fikrinin doğuşundan hayata geçirilene kadar atılan adımları ve darbelere ilişkin günümüzdeki hafıza politikalarını Tuna Atalay’dan dinliyoruz.

Image i

 

Kendinizi ve ADAM-DER’i kısaca tanıtabilir misiniz? 

Ben Tuna Atalay. 1978 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun oldum. 1982 yılı Ağustos ayında ordu içerisinde, sol sosyalist görüşlü ve darbe karşıtı askerlere yönelik başlatılan tasfiye operasyonu çerçevesinde gözaltına alındım. Altı  ay işkenceli sorgulardan geçirildikten sonra tutuklandım ve yaklaşık üç yıl Metris Cezaevi’nde kaldım. 3. Yol Davası olarak bilinen davada yargılandım. 1985’te tahliye oldum ve 1987 yılında bu dava beraatle sonuçlandı. Sorgulama süreçlerinde Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) re’sen emekli edilmiştim. Re’sen emeklilik, hiçbir hakkınız olmadan kapının önüne koyulmak demektir. Bugünkü Kanun Hükmünde Kararname’lere (KHK) benziyor. Aynı dönemde 1020 subay, astsubay ve askeri okul öğrencisi TSK’dan tasfiye edildi ve yaşamlarını sürdürmek için başka işler yapmak zorunda kaldılar. 

Darbe dönemlerinde gasp edilen haklarımızı elde etmek için uzun süreli bir mücadeleye girdik. Önce Eylül-Der isimli bir dernek kurduk. Dernek kapatıldı. 2011 yılı Mart ayında TBMM’den çıkan bir yasayla 28 Şubat döneminde irticai nedenlerle tasfiye edilen askerler ve 12 Eylül darbesi döneminde tasfiye edilen askerlerin özlük haklarının bir kısmı iade edildi. Ama bu yasadan öğrenci askerler ve 12 Mart darbesinde görevden uzaklaştırılan askerler yararlanamadı. Aynı yılın Eylül ayında “Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği”ni (ADAM-DER) kurduk. Hem haklarımızın tamamını geri almak, hem de darbelere, diktatörlüklere karşı durmak, demokrasi, özgürlük, adalet güçleriyle yan yana mücadele etmek için. 2011-2015 yılları arasında bu derneğin genel başkanlığını yaptım. Dernek halen, amaçları doğrultusunda, faaliyetlerini sürdürüyor. 

Image i

İşkence Mağdurlarına Saygı Anıtı’nı yapma fikri nasıl gelişti? Tasarlama sürecinden bahsedebilir misiniz? 

Dernek olarak, her 12 Mart ve 12 Eylül darbe yıldönümlerinde Ziverbey Köşkü olarak bilinen, asıl adı Zihni Paşa Köşkü olan ve 12 Mart döneminde işkencelerin yapıldığını bildiğimiz köşkün önünde, Kuşluk Parkı’nda, basın açıklamalarını yapıyorduk. 

Bu basın açıklamalarının amacı, hem derneğimizin adını duyurmak, hem de derneğin taleplerini ortaya koymaktı. O süreçte, 12 Mart döneminde tasfiye edilen askerlerden biri ve derneğimizin üyesi olan Faik Güleçyüz, bir anıt önerisiyle geldi. Kadıköy Belediyesi ile görüştük. Dönemin belediye başkanı Selami Öztürk onay verdi ve bu anıtı belediyeyle birlikte yapmaya karar verdik.

Kadıköy Belediyesi ile iş birliği halinde, Mimar Sinan Üniversitesi eski rektörü Profesör Rahmi Aksungur tarafından yapılan prototipleri değerlendirdik ve bizim de önerilerimiz doğrultusunda, elleri arkadan bağlı, gözleri bağlı iki erkek ve bir kadını temsil eden soyut bir anıtın yapılmasına karar verdik. Anıt böyle ortaya çıktı.

Bu anıtın açılışını 12 Eylül 2013 yılında yaptık. Açılışta, Kadıköy Belediye Başkanı, derneğimizin üyeleri, sivil toplum örgütleri, siyasi parti temsilcilerinden oluşan geniş bir katılımcı kitlesi vardı. İyi bir açılış oldu. 

Image i

Mekânsal olarak neden Zihni Paşa Köşkü’nün olduğu yeri seçtiniz? Köşk 12 Mart şiddetinin bir sembolü mü?  

Köşk şu anda yok, yıkılmış. Ama 12 Mart darbesi döneminde işkence yapılan mekânlardan birisi de burası. Buranın işkence mekânı olduğunu, orada işkence görmüş gazetecilerden İlhan Selçuk ortaya çıkardı. Dışarıya gönderdiği bir mesajla, bir akrostişle “işkence altındayım” diye yazdı. Daha sonra da Ziverbey Köşkü başlıklı kitabı yayımlandı. Bu köşkün işkence yeri olduğu gazeteci Uğur Mumcu ve Talat Turhan tarafından da ortaya çıkartıldı. 12 Eylül döneminde Zihni Paşa Köşkü işkence mekânı olarak kullanılmadı ama bizden önce orada işkencelerin yapıldığını onlardan öğrendik. Dolayısıyla Zihni Paşa Köşkü’nün bulunduğu yeri seçtik.  

Neden böyle bir anıtın yapılmasını önemsediniz? Neyi amaçlıyor?

Türkiye'de işkence sadece darbe dönemlerinde yapılmıyor. Ama darbe dönemlerinde çok yoğun olarak yapılıyor. Bu sebeple 12 Mart’ın bir temsil gücü var. Bu anıtla, tüm dönemlerde yapılan işkencelere, insan hakkı ihlallerine ve kişinin savunma hakkının korunmasına dikkat çekmek istedik. Özetle; işkenceye karşı kamusal bilinç ve toplumda bir farkındalık yaratmak amacıyla bu anıtın çok önemli olduğunu düşünüyoruz. 

ADAM-DER olarak darbelerin yıldönümlerinde, orada basın açıklamalarımızı sürdürüyoruz. Fakat sadece bizim derneğin ya da bazı örgütlerin orada açıklama yapması yeterli değil. Toplumun buna sahip çıkması lazım. Aksi takdirde siyasal konjonktür değiştiği zaman bu tür anıtların başına her şey gelebilir. Örneğin Tophane’de elinde balyoz tutan bir işçi temsili anıt vardı. Zamanla bu anıtın önce balyozu kırıldı, sonra kolu kırıldı, sonra bacağı, sonra da kafası uçuruldu. Şimdi orada öyle bir anıt yok. Yani bu anıtın başına da böyle bir şey gelmemesi için toplumsal olarak, insan hakları örgütlerinin, işkenceye karşı duran örgütlerin, kurumların ve kamuoyunun buraya sahip çıkması gerektiğini düşünüyorum. 

Bahsettiğiniz çapta geniş bir toplumsal etki yaratmak zor ama en azından yerelde, mahallede anıtın sahiplenildiğini düşünüyor musunuz?  

Orada ilk toplanmaya başladığımızda insanlar önce anlam veremeden baktılar. Sonra biz gelmeye devam ettikçe halkın ilgisi arttı. Bizi alkışlarla teşvik etmeye başladılar. Çay ve çeşitli ikramlar sunmaya başladılar. Oradaki farkındalığı arttırdık. O çevredeki insanlar, gerçekten de anıtı benimsediler. Bizim oradaki basın açıklamalarımızı da benimsediler. Fakat 2016’da, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra açıklama yapılacak yerler sınırlandırılınca bize de Kadıköy Meydanı tahsis edildi. Şu anda açıklamaları Kadıköy'de yapıyoruz ama öncesinde anıtı ziyaret ediyoruz.

Image i

Anıtta 12 Mart muhtıra değil askeri darbe olarak tarif ediliyor. Neden bu terminolojiyi tercih ettiniz?  

12 Mart muhtıra olarak geçiyor. Ancak muhtırayla birlikte hükümet iktidardan çekiliyor ve ordunun isteği doğrultusunda bir teknokrat hükümet kuruluyor. Dolayısıyla aslında bir darbeyi tarif ediyoruz. Sadece iktidarın değişmesi ilgili değil, bütün muhalif kesimlere karşı yoğun bir operasyon yürütüldüğü, tasfiyelerin yapıldığı, baskının ve zulmün yaşandığı bir dönem olduğu için biz onu darbe olarak tanımlıyoruz. Zaten muhtırada da istenilenler yapılmazsa ordunun doğrudan yönetime el koyacağı belirtiliyor.

Anıtta, gözleri bağlı iki erkek ve bir kadın temsil ediliyor. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerine ait işkence anılarını aktaranların daha çok erkekler olduğunu gözlemliyoruz. Sizin için bir kadının da temsil edilmesi özellikle dikkat ettiğiniz bir boyut muydu? 

Bu süreçte sadece erkekler işkence görmedi, kadınlar da gördü. Zihni Paşa Köşkü’nde işkence gören kadın olup olmadığını bilmiyoruz ama 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde işkence gören çok sayıda kadın vardı. Başta bize sunulan anıt prototipinde üç erkek vardı. Ona müdahale ettim. Bir kadın figürün de olması gerektiğini savundum ve erkeklerden birisi kadın olarak değiştirildi ve anıt o şekilde yapıldı.

İşkencenin çok yoğun uygulandığı 12 Eylül dönemiyle ilgili kalıcı bir hafıza mekânı yok. Son yıllarda Bellek Müzesi İnisiyatifi çok önemli bir belgeleme çalışmasına imza attı ve çok sayıda işkence yerini gösterdikleri bir Türkiye haritası hazırladı. Şili veya Arjantin’de yapıldığı gibi bu işkence yerlerinin bazılarını hafıza mekânlarına dönüştürmek neden Türkiye’de mümkün olmuyor? 

Türkiye'de, 12 Eylül darbesinden sonraki rejimler, 12 Eylül rejimlerinin başka biçimlerde sürdürülmesinden ibarettir. Bir askeri darbe olmamasına rağmen askeri darbenin fikriyatını devam ettiren, yargının baskı altına alındığı, gazetecilerin ve seçilmiş siyasilerin cezaevlerine konduğu, bırakalım hukuk devletini, neredeyse bir yasa devleti olmaktan uzaklaşıldığı bir dönemde yaşıyoruz. 12 Eylül Anayasası defalarca değiştirilmiş olmasına rağmen Türkiye halen 12 Eylül Anayasası ile yönetiliyor.

Şili'de, İspanya’da, Yunanistan'da, Arjantin'de bu darbelerle toplumsal bir hesaplaşmanın ve yüzleşmenin yapıldığını biliyoruz. Bizde böyle genel bir toplumsal hesaplaşma ve yüzleşme yaşanamadığı için işkence yapılan mekânların hafıza mekânına dönüştürülmesi çok zor görünüyor. 12 Eylül rejiminin fikriyatını sürdüren iktidarların bunun önünü açacağını düşünmüyorum. Çünkü orayı kazdığınız zaman darbecilerin izleri çıkacak ortaya. 

Zihni Paşa Köşkü yıkılmasaydı ve onu böyle bir hafıza mekânına dönüştürmek mümkün olsaydı siz orada ne anlatmak isterdiniz? 

Keşke mümkün olsaydı. Oranın bir hafıza mekânına dönüşmesi çok uygun olurdu. Geçmişte yapılan işkenceler ve zulümler orada anlatılırdı. Biz de dernek olarak orada mutlaka yer alırdık ve bunların tekrar yaşanmaması için yapılması gerekenler konusunda görüşlerimizi paylaşmak isterdik.

7 Mart 2024, Perşembe