Hafıza ve Gençlik programının üçüncü dönem katılımcılarından Ruken Adın, Türkiye’de yaşanan kadın cinayetlerini görünür kılmayı amaçlayan Anıt Sayaç hakkında yazdı. Adın, Anıt Sayaç'ın, kendisine Nazi rejimi tarafından öldürülen insanların anısını yaşatan tökezleme taşlarını nasıl hatırlattığından bahsediyor. Adın'a göre Anıt Sayaç, her bir kadın için bir dijital taş koyarak, yok edilen yaşamların birer sayıdan ibaret olmadığını kamusal belleğe kazıyor.
Adın, Van ve çevre illerde yaşanan Kürt kadın cinayetlerine dair detaylı bir tablo sunuyor. Bu tabloda, haberlerde yer bulamamış cinayetler, intiharlar ve şüpheli ölümler; kısacası sessizleştirilmiş Kürt kadın cinayetlerine dair bilgiler yer alıyor. Adın, bu tabloyu bizlerle paylaşırken, hatırlamanın ve yas tutmanın kesişimsel olup ırkçılıktan azade olması gerektiğinin altını çiziyor.
Anıt Sayaç, Türkiye’de kadına yönelik şiddet sonucu hayatını kaybeden kadınların anısını yaşatmak için internet üzerinden kurulmuş bir anıt ve her gün güncellenen bir sayaçtır. Bu, bana her zaman tökezleme taşlarını (Stolpersteine) hatırlatıyor; Nazi rejimi tarafından öldürülen insanların tek tek anılmasını ve akılda tutulmasını amaçlayan, yerlere döşenmiş taşları. Anıt Sayaç da, kadına yönelik şiddet yüzünden hayatını kaybeden her kadın için bir taş koyuyor; her taş bir insanı, bir yaşamı temsil ediyor. Yok edilenlerin birer birer anılması, haberlerde aktığı gibi yalnızca bir sayı olmadıklarını hatırlatan ve tökezleten her taş, bu anıtlarla kamusal belleğe çakılıyor.
Anıt Sayaç'a 4863 taşın konduğunu düşündüğümüzde, bu sayaç bize Türkiye'de kadın olmanın ne anlama geldiğine dair de önemli ipuçları vermekte. Burası yalnızca bir anıt değil, aynı zamanda bir bellek çalışması; gidenlerin, öldürülenlerin ve burada olamayacak olan kadınların anısına…
Bu dijital anıtın, Türkiye gibi yüzleşmeye mesafeli bir ülkedeki önemini unutmamak gerekiyor elbette.
Peki bu taşlar bize başka neler söyler?
Van'da 2 yıldır, bölgede intihara sürüklenmiş ya da cinayet sonucu yaşamını yitirmiş kadınların kayıtlarını tutanlardan biriyim. Birçoğu ulusal medyaya yansımayan, bizlerin takip ettiği ve yaşamını yitiren kadınlardan oluşuyor. Benim de üyesi olduğum, kadına yönelik şiddetle mücadele eden yerel bir taban örgütü olan Star Kadın Derneği, bu verileri raporlarında kullanmaktadır.
Anıt Sayaç’ta ulusal basına yansıyan ve yaşamını yitirmiş kadınların adlarını görebiliyorken, ulusal basının radarına dahi giremeyen kadın ölümlerinin yansımayanlarını göremiyoruz. Yani sadece yerel örgütlenmelerin kendi kayıtlarında var olanları ne görebiliyor ne de duyabiliyoruz, dolayısıyla bu ölümlerin yasını da tutamıyoruz.
Bunun birçok sebebi var elbette. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle başlayan politik tutumdan, kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarının işlevsizleştirilmesine yönelik politikalara kadar uzanan nedenler. Ayrıca, gündemin yoğunluğu nedeniyle bazı ortak alanların inşa edilememesi de bir başka sebep. Diğer yandan, bölgedeki kadın örgütleriyle diyalog geliştirmediğimiz sürece, bu ölümlerin medyaya yansımaması da önemli bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Peki, sayıdan fazlası olduğunu göstermek istediğimiz bu hafıza mücadelemizde, yaşamını yitiren Kürt kadınlarının isimlerini medya görünürlüğünde mi aramalıyız?
Audre Lorde, Mary Daly'e yazdığı açık mektubunda, beyaz kadınların feminizminin ırkçılığını tane tane anlatırken uyarıyor:
“Ataerki bizi görmezden geldiğinde katledilmemizi teşvik ediyor. Radikal lezbiyen feminist teori bizi görmezden geldiğinde ise kendi yok oluşunu teşvik ediyor.” [1]
Lorde, buna "bahisdışı kız kardeşlik" diyor. Yani dikkatimizi çekmeyen detaylar, kabul edilebilir sebeplerle kayıt dışı kalanlarımızdan.
Kadın cinayetlerinin ve kadın intiharlarının kaydedilmesi, bunun merkezsiz bir şekilde yapılması sosyal ve politik öneme sahiptir. Sayaçta görülmeyen, yazılamayan isimlerin, korkarım ki bölgede yaşamını kaybeden kadınlardan da daha fazlası olduğunu tahmin ediyorum. Bu hatırlatma yazısıyla, kıyıda kalanın da görülmesine katkıda bulunma çabasındayım. Kaybettiğimiz kadınların yaşam ve özgeçmişlerini bir sayıdan fazlasına taşımak ve feminist dünyanın "bahisdışı kız kardeşleriyle" yüzleşebilmek için.
Sonlandırırken, yolumuza her zaman ışık olmasını istediğim sevgili Yıldız Tar’ın "Ejderhanın Ağzından Nağmeler: Bahisdışı Kız Kardeş" yazısından şu alıntıyı aktarmak istiyorum.
“Audre’nin iliklerinde hissettiği bir cinayet, kitapta birkaç kere anlatılıyor. 1977’de genç bir siyah aktris olan Patricia Cowan’ın, davet edildiği bir oyunun seçmelerinde oyun yazarı olan siyah erkek tarafından çekiçle dövülerek öldürülmesine dönüyor birkaç kere Audre Lorde. Siyah olduğu için değil, siyah kadın olduğu için öldürüldüğünü söylerken tarihin lezbiyen olup olmadığını yazmadığını, dört yaşında bir çocuğu olduğunu kaydettiğini vurguluyor. Belki sezgisel olarak biliyor, … Bilemiyoruz. Aynı Audre gibi seziyoruz. Sezerken de Audre’nin kulaklarımıza fısıldadığını taşıyoruz. Efendinin araçları efendinin evini asla yıkamaz!” [2]
[1] Gazete Duvar: "Ejderhanın ağzından nağmeler: Bahisdışı Kız Kardeş"
[2] a.g.e