Anıt Sayaç:

Şiddetten Ölen Kadınlar için Dijital Anıt

Internet, 2013
...

Anıt Sayaç‘ın hikayesi 2013 yılında sergilenen “Sayaç” adlı bir sergi ile başladı. Bir boyutu dijital, bir boyutu fiziksel olan bu sergide ziyaretçiler objelere gömülü QR kodlarla anitsayac.com sitesine yönlendiriliyordu. Sergi Nisan 2013’te sona erdikten sonra sayaç güncellenmeye devam etti. Erkekler tarafından öldürülen kadınlara dair bir veri tabanı oluşturmaya karar veren “Anıt Sayaç” ekibi, ilgili verilere ulaşmak için Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’na başvurdu. Yaptığı başvurular sonuçsuz kalınca bilgiyi kendi imkânlarıyla toplamaya başladı. 2008 – 2013 yılları arasındaki 5 yıllık sürece dair medya üzerinden bir haber taraması yapıldı. Elde edilen verilerin Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu‘nun verileriyle karşılaştırılmasının neticesinde ortaya çıkan listede yer alan kadınların isimleri sitede yayımlanmaya başlandı.

Resmi kurumların kadın cinayetleri meselesinde şeffaf bir tutum sahibi olmaması nedeniyle, bianet.org (Bağımsız İletişim Ağı) gibi bağımsız medya kuruluşları ve kadınlara yönelik çalışmalar yürüten sivil toplum örgütleri kadın cinayetlerini takip etmeye, cinayetlere yönelik verilerin kaydını tutmaya, oluşturdukları arşivleri genellikle dijital platformlar üzerinden geniş toplum ile paylaşmaya gayret ediyor. Mesela kadincinayetleri.org sitesi, cinayetlerde yaşanan ihmallere dikkat çekerek kadına yönelik cinayetlerin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması için kamuoyu oluşturmak amacıyla hazırlanmış bir platform. Bu sitede yer alan veriler, Anıt Sayaç ekibinin yaşadığı sürece benzer bir şekilde resmi kurumlara yaptıkları başvurular sonuçsuz kalınca, bianet.org tarafından kaydı tutulan Erkek Şiddeti Çetelesi’ndeki veriler temel alınarak hazırlandı. Ceyda Ulukaya da 2015 yılında, geçen 5 yıl içerisinde işlenen kadın cinayetlerinin verilerini haritalandırdı. Anıt Sayaç’ta yer alan verilere ek olarak, Kadın Cinayetleri Haritası ile cinayetlerin il ve ilçelere dağılımı da görülebiliyor.

Birçok araştırmanın ortaya koyduğu gibi cinayetlerin temelinde kadın-erkek eşitliğinin reddi ve cinsiyetçi toplumsal ve politik yaklaşım yatıyor. Cinayetlerin hikâyesine bakıldığında birçok cinayette kurum veya kişilerin açık veya örtük onayı olduğu, cinayetlerin münferit değil aksine örgütlü, sistematik ve politik cinayetler olarak değerlendirilmeleri gerektiği görülüyor. Bu savı destekleyen bir diğer önemli veri de neredeyse her vakada faillerin, öldürülen kadınların yakın sosyal çevresinden olması. Kadın Cinayetleri Önlenebilir Kampanyası kapsamında, Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver yönetiminde yapılan araştırmada 2009-2013 yılları arasında işlenen 949 kadın cinayeti incelendi. Bu araştırma, Türkiye’de öldürülen her iki kadından birinin katilinin kocası olduğunu ortaya koydu. Geriye kalan cinayetlerin failleri de çoğunlukla kadınların en yakın akraba ve tanıdıkları arasında yer alan erkekler.

Anıt Sayaç, Türkiye’de kadına yönelik şiddettin hayattan kopardığı kadınların anısını yaşatmak için her gün güncellenen bir çevrimiçi anıt. Sitenin yapılış amacı, Türkiye’de kadına yönelik şiddet nedeniyle ölen kadınları anmak ve erkek şiddetinden ölen kadınların sayısının artarak devam ettiğine dikkat çekmek. Anıt Sayaç, böyle bir ortamda farkındalık yaratmaya ve bilinmeyen verileri açığa çıkarmaya odaklanıyor. Ancak web sitesi, kadına karşı şiddet konusunda toplum duyarlılığını geliştirme projesi olmanın ötesinde, ölen kadınlara adanmış bir anıt. Bunun yanında sitede de belirtildiği gibi anıt, “Şiddetin sürekliliğinin de habercisidir. Kaygı veren artışla oluşan bir birikimin yanında, aciliyete davet eden bir geri sayım da var. Sayaç attıkça umut eksilmekte; tane tane tükenmektedir.”

Siteyi açınca karşınıza tuğlalardan örülmüş büyük bir duvar çıkıyor. Her tuğlanın üzerinde 2008’den bugüne kadar öldürülen kadınların isimleri yazılı. Tuğlaya tıklayınca o cinayet hakkında basında çıkmış bilgiler önünüze geliyor. Kadının neden, kim tarafından öldürüldüğü, nasıl öldürüldüğü, devletten koruma talebinde bulunup bulunmadığı gibi bilgilerin yanı sıra, cinayet hakkında medyada çıkan haberlere de ulaşılabiliyor. Böylelikle her geçen yıl medyanın kadına yönelik şiddeti ve cinayetleri ele alırken kullandığı dilin nasıl değiştiğini ve bu durumun kadınların öldürülmesini meşrulaştıran toplumsal ve politik zemini yaratmadaki etkisini de gözlemleyebiliyoruz.

Anıt Sayaç’ın verilerine göre, Türkiye’de 2008-2018 yılları arasında en az 2714 kadın erkekler tarafından öldürüldü ve erkek şiddetinden ölen kadınların sayısı her yıl artarak devam ediyor. 2021 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yayınladığı bir rapora göre ise AKP iktidarında, yani 2002-2021 yılları arasında en az 7071 kadın katledildi. Hemen her gün en az bir kadının öldürüldüğü Türkiye’de kadın cinayetleri konusundaki resmi verilere ulaşmak çok zor. Anıt Sayaç’ta, aile içi şiddet dışındaki cinayetler yer almıyor. Ayrıca, site üzerinden yalnızca medyada çıkan cinayet haberlerinden derlenen kadınların isimlerine ulaşabiliyoruz. Dolayısıyla, kadına yönelik şiddetten hayatını kaybetmiş kadın sayısının, sitede açıklanan verilerden çok daha yüksek olma ihtimali var.

Anıt Sayaç, erkek şiddeti sonucu işlenen cinayetlerde, tek bir vaka olarak anlaşılmaz veya münferit görünebilen olguların aslında farklı deneyimlerle tekrar ettiğini gösteriyor. Bu sistematik örüntülerin analizi ise erkek şiddetini önlemeye yönelik üretilecek somut politikaları şekillendirebilir. Dolayısıyla hafıza çalışmalarının işlevi, ağır insan hakları ihlallerine maruz kalan kişi ve toplumsal grupların anısını yaşatmak ve bir kolektif bilinç üretmek ile sınırlı değildir. Aynı zamanda, politika yapıcılara bu ihlallerin gelecekte “bir daha asla” yaşanmaması için neler yapılması gerektiğini hatırlatırlar.

Bu bakımdan İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu tarafından GREVIO’ya (İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını denetlemek üzere kurulan uzmanlar komitesi) sunulmak üzere Eylül 2017’de hazırlanan raporda, sığınak ve dayanışma faaliyetleri yürüten kadın örgütlenmeleri ve bağımsız medya kuruluşlarının düzenli olarak topladıkları ve paylaştıkları verilerin önemine dikkat çekildi. Bu raporda, Bianet haber ajansı ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu tarafından yayımlanan kadın cinayetleri verileri sivil toplum örgütleri tarafından sunulan veri toplama çalışmalarına örnek olarak gösterildi. Ayrıca, hem devlet hem de sivil toplum tarafından toplanan verilerin toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine duyarlı bir yaklaşımla işlendiği bir veri tabanının kamuyla paylaşılmasının gerektiği görüşüne yer verildi.

Kadına yönelik şiddet ve cinayetler konusunda verilen mücadeledeki en temel zorlukların başında, resmi kurum ve kişilerin bu meselelerde takındıkları şeffaf olmayan tutum geliyor. Kadına yönelik cinayetlere ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’na yapılan bilgi edinme başvurularının sonuçsuz kalması üzerine bağımsız girişimler tarafından oluşturulan hafızalaştırma çalışmaları ve veri tabanları medyaya yansıyan kadın cinayetleriyle sınırlı kalmak durumunda.

Türkiye, 2011 yılında, Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni (İstanbul Sözleşmesi) imzaladı. Sözleşme İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak biliniyor. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetle mücadele için bütüncül, yani devletin; kurumlar, kolluk kuvvetleri ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği içinde olduğu bir çalışma şekli öngörmekte. Sözleşmenin Veri Toplama ve Araştırma başlıklı 11. maddesi, Türkiye’nin kadına karşı şiddetle mücadele için veri toplama yükümlülüğünü doğurmakta. Taraflar, sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayıyla ilgili birleştirilmemiş istatiksel veriyi düzenli aralıklarla toplamakla yükümlü. Ayrıca, tarafların şiddet olaylarının kökeninde yatan nedenler ve bunların etkilerini, alınan ceza oranlarını ve sözleşmenin uygulanması için alınan tedbirlerin etkililiğini incelemek üzere bu olaylarla ilgili araştırmaları desteklemesi gerekiyor.

GREVIO 15 Ekim 2018’de yayımladığı Türkiye’ye ilişkin ilk değerlendirme raporunda, İstanbul Sözleşmesi’nin 11. maddesi kapsamında kolluk kuvvetleri ve ceza mahkemeleri tarafından yeterli ve etkili veri toplanmamasını eleştirdi. Ayrıca, sivil toplum kuruluşlarına yönelik, özellikle de İstanbul Sözleşmesi’ni ve onun ilkelerini destekleyen bağımsız kadın örgütlerine yönelik giderek artan kısıtlayıcı koşullar nedeniyle endişe duyduğunu belirtti. Bunun da ötesinde, resmi aktörlerin kullandıkları dil ve hayata geçirilen yargı pratikleri, toplumda farkındalık yaratma ve caydırıcı ilkelerin yerleşmesini sağlamanın, adaleti tesis etmenin aksine kadınların öldürülmesini meşrulaştıran bir mantık ile şekilleniyor. Ayrıca, medyada yer verildiği için ulaşılabilen birçok kadına yönelik cinayet vakasında mahkeme heyeti çoğu zaman yaşamını kaybetmiş kadının yaşama, giyinme şeklini sorunsallaştırıyor ve cinayetin işlendiği mekân ve zamanı cinayeti meşrulaştırabilecek faktörler olarak değerlendiriyor. Bu durum, cinayetlerin önüne geçebilmenin ve adalete erişme hakkının önünde dikilen sosyal ve politik olarak yapılanmış katı engelleri aşmanın zorluğunu bir kez daha gösteriyor.

2021 yılında AKP hükümetinin ortaya attığı bir tartışma giderek alevlenerek, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine kadar vardı. Neredeyse her gün en az bir kadının katledildiği, LGBTİ+’ların nefret odağına dönüştüğü Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kadınlara yönelik şiddeti, homofobiyi ve transfobiyi körükledi. Kadın-kırımı (femicide) biçimine dönüşen şiddete karşı mücadele eden Kürt kadın hareketini de içeren feminist hareket bir bütün olarak hedefe konuldu. Rosa Kadın Derneği’ne ve HDP’li kadın politikacılara dönük şiddet ve tutuklama biçimlerinde baskı oluşturulmaya çalışıldı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na ise “kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek” suçlamasıyla kapatma davası açıldı. Özellikle 8 Mart eylemlerinde kadın muhalefetinin Taksim’i bir direniş alanına dönüştürmesine kolluk güçleri şiddetli müdahalelerle karşılık verdi. Tüm bu saldırılar, devletin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle birlikte düşünüldüğünde, kadın-kırımı boyutundaki kadına yönelik şiddete karşı herhangi bir önlem alınmayacağı düşüncesini pekiştiriyor.