İnanç ve Kültür Parkı

Mardin, 2000
...

Süryaniler, Mezopotamya’da yaşayan en eski inanç gruplarından birisi olmalarının yanı sıra tarihteki en eski Hristiyan topluluklarındandır. Her ne kadar Osmanlı dönemi boyunca Süryaniler ile Müslümanlar arasındaki ilişki sorunlardan azade olmasa da, bu iki dinî grubun mensupları birlikte yaşamayı başardılar. Fakat Osmanlı’nın çöküşü ve I. Dünya Savaşı sonrasında, özellikle Türk ulus-devlet sınırları içerisinde kalan Süryanilerin karşı karşıya kaldığı zorluklar yeni bir evreye girdi. 

1915 yılında başlayan ve Osmanlı çapında yürütülen tehcir ve soykırım politikalarına Ermenilerle birlikte Süryaniler de maruz bırakıldı. 24 Nisan 1915’te Ermeni aydınların tutuklanmasıyla başlayan soykırım süreci, 15 Haziran 1915’te de Süryanilerin yoğun olarak yaşadıkları Turabdin bölgesinde yaşanmaya başladı. Süryanilerin “Sayfo” (Kılıç) adını verdikleri soykırım sürecine; Nasturi, Keldani, Süryani Ortodoks, Süryani Katolik ve Protestan cemaatlerine mensup yaklaşık 700 bin Süryani’nin üçte ikisi tabi tutuldu. İttihatçı elitlerin Türklerden müteşekkil homojen bir ulus yaratmak için uyguladıkları politikalar neticesinde, hayatta kalan Süryanilerin önemli bir kısmı zaman içerisinde göç etmek zorunda kaldılar. 

Her ne kadar Türk devleti, 1923 yılında imzaladığı Lozan Antlaşması’nda Türkiye’deki Hristiyan toplumların kolektif haklarını koruyacağını beyan etmiş olsa da, Süryanilerin bu kategoride değerlendirilmemesi, izleyen yıllarda Süryanilerin ciddi insan hakları ihlallerine maruz bırakılmalarına neden oldu. 1928 yılında, Süryanilerin iki okulu devlet tarafından kapatıldı. 1930’lu yıllarda baskılar daha da arttı. Yüzyıllardır Mardin’de bulunan Süryani patriği yapılan baskılar sonucu Türkiye’den ayrılarak Suriye’ye göçmek zorunda bırakıldı. Türk devleti Süryanileri ve Süryaniceyi resmen tanımaktan kaçındı ve bu grubun sahip olduğu bazı mülklere el koydu. İzleyen süreçte, karşılaştıkları sistematik ayrımcılıklar nedeniyle Süryaniler, yoğun olarak yaşadığı bölgelerden Türkiye metropollerine doğru göç etmeye başladı. 1980’li yıllarda Kürt bölgesinde ortaya çıkan savaş nedeniyle göç yeni bir mahiyet kazandı ve Avrupa’ya kayda değer sayıda Süryani göç etti. Bu süreç, Avrupa’da ciddi bir Süryani diasporası oluşmasına neden oldu. Olağanüstü Hal rejiminin 2000’li yılların başında sonra ermesiyle birlikte bazı Süryaniler evlerine dönmeye ve dinî/kültürel yapılarını restore etmeye başladılar. On yıllar boyunca Süryaniler çeşitli baskı-engelleme mekanizmalarına maruz bırakıldığı için, Süryanilere ait olan yapıların restore edilmesi fiziksel bir değişiklik olmanın ötesinde bir anlam taşıyordu. Bu minvalde, öncelikle Midyat’ta başlamış olan Süryani kiliselerinin onarılması çalışmaları Nusaybin’de devam etti.

DURUM:

Devam Ediyor

TARİH:

2000

Bir “İnanç Parkı” yaratma fikri, ilk olarak 1999 yılında Nusaybin Belediyesi tarafından ortaya atıldı. Projeye dair somut adımların atılması yaklaşık bir yıl sonra ÇEKÜL Vakfı ile Nusaybin Belediyesi’nin işbirliği yapmak üzere anlaşmasıyla başladı. Başlangıçta, kilisenin yasal sahibi olan Mardin Süryani Kadim Deyrüzzeferan Kilisesi Vakfı da projenin bileşenleri arasında yer almaktaydı. Eski yapıların ortaya çıkmasını sağlayan kazılar 2000 yılında başladı ve ilerleyen yıllarda devam etti. İnanç ve Kültür Parkı bünyesinde yer alan kilise ile cami arasındaki yapılar 2007 yılında yıkıldı. Projenin temel amacı, Mor Yakup Kilisesi ile Zeynel Abidin Camii gibi tarihi yapılardan oluşan bir inanç ve kültür parkı oluşturmak amacıyla kazılar yapılması ve var olan tarihi yapıların restore edilmesiydi. Projenin yapılmasına öncülük eden kurumların bu projeye dâhil olmalarının ardında şu fikir yatmaktaydı: Yüzyıllar boyunca yan yana varlığını sürdürebilmiş olan bu farklı dinî yapılar, birlikte yaşamanın mümkün olduğunu ve bu tarihsel olgunun gelecek için umut verdiğini göstermekte. Zeynel Abidin Camii, Hz. Muhammed’in torunlarından birisinin mezarı hemen yanında olduğundan Müslümanlar için oldukça önemli bir mekân. 3’üncü yüzyılda inşa edilen Mor Yakup Kilisesi ise dünyadaki en eski kiliselerden birisi olmasının yanı sıra Hristiyan din adamlarının yetiştirilmesinde yüzyıllar boyunca önemli bir işlev gördü. Bir kilise ile bir caminin bir arada bulunabilmesi, inançların birbirlerine karşılıklı saygı çerçevesinde birlikte yaşayabilmelerinin mümkün olduğunun simgesiydi. Proje kapsamında, her iki dine dair teorik ve pratik eğitimler verilmesi de planlandı. Proje, farklı dinî ve kültürel kimliklerin toplumlar arası kutuplaşmada önemli bir rol oynadığı bu yıllarda, geçmişte neredeyse bin yıl boyunca var olan bu birlikteliğin gelecekte de ihtimal dâhilinde olduğuna dair umut verici bir gelişme olarak tarihe geçti. Nitekim, 2014 yılında İnanç ve Kültür Parkı, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası geçici listesine alındı. Ancak 2016 yılında Nusaybin Belediyesi’ne AKP iktidarı tarafından kayyım atanmasıyla birlikte bu süreçteki gelişmelerin büyük bir kısmı kaybedildi.

Bu projenin yapılmasıyla elde edilecek ilk sonuç, çok önemli tarihsel değere sahip olan yapıların ortaya çıkarılması ve restore edilmesi olacak. Diğer yandan, Nusaybin’de çok kültürlü yaşamın teşvik edilmesi bakımından da projenin etkili olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, kiliselerin varlığına dâhi tahammülü olmayan bazı radikal İslamcı gruplar, kilisede ibadet edenlerin gözlerini korkutmak için girişimlerde bulundular. Temmuz 2010’da, kökten dinciler tarafından kiliseden sorumlu olanlara tehdit mesajları gitti ve kilise duvarlarına Hristiyanlığı lanetleyen yazıları yazıldı. Bu gibi olayların vuku bulması, hâlâ sürmekte olan bu projenin tasarlanma ve uygulama süreçlerine farklı inanç gruplarından insanları katma konusunda daha fazla çabaya ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Projenin yapılmasının diğer bir amacı ise genellikle devlet ile Kürt hareketi arasında yaşanan şiddetli çatışmalarla bilinen bölgede turizm faaliyetlerinin artmasını sağlamaktı. Sürmekte olan bu proje hâlihazırda birçok kişinin dikkatini çekti ve Nusaybin’in tarihselliğini de ortaya çıkardı.

Bu projeyle alakalı ortaya çıkan zorluklar Mor Yakup Kilisesi’ne yönelik yapılan saldırılarla sınırlı değil. Son yıllarda, Süryaniler için ciddi güvenlik sorunu olduğunu gösteren bazı olaylar yaşandı. Midyat’taki Mor Yakup Kilisesi rahibi Edip Daniel Savcı, içlerinde korucu Halil Esen’in de bulunduğu kişilerce Kasım 2007’de kaçırıldı ve rahibin salıverilmesi için 300.000 Euro tutarında fidye talep edildi. Her ne kadar rahip yaşamını yitirmeden ve yaralanmadan kurtarılmış olsa da, bu gibi olaylar Süryaniler için yaşamsal güvenlik sorunları yaratmakta. 8 Ocak 2020’de kaybolan Hürmüz ve Şimuni Diril çiftinin akıbeti ise halen aydınlatılmış değil. Diril çiftinin kaybolmasından bir gün sonra, Mor Yakup Kilisesi’nin rahibi Aho (Sefer) Biçer gözaltına alındı. Şimuni Diril’in kaybolduktan 70 gün sonra cansız bedenine ulaşıldı, Hürmüz Diril halen kayıp. Rahip Aho (Sefer) Biçer ise tutuklanarak 2 yıl 1 ay hapse mahkûm edildi. 1994’te Diril ailesinin iki ferdi daha zorla kaybettirilmiş ve konuyla ilgili soruşturma devlet tarafından kapatılmıştı. Diril ailesinin ve Mor Yakup Kilisesi rahiplerinin başlarına gelenler, Türkiye’de Süryanilerin yaşadıkları zorluklara dair en güncel örneklerden. Bunların yanı sıra Süryanilerin mülkleriyle ilgili devletle ve yerel aşiretlerle yaşadıkları sorunlar da devam etmekte. Mor Yakup Süryani Kadim Cemaati, kilise arsasının statüsüyle alakalı ciddi hukuki sorunlara maruz bırakıldı. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana gayrimüslim vakıfların mülkiyeti konusunda her zaman ciddi sorunlar yaşandığı göz önünde bulundurulacak olursa, konunun ne kadar yakıcı olduğu anlaşılabilir. Bu vakadaki temel sorun, cemaatin arsa üzerindeki mülkiyet hakkının hakkaniyetsiz bir biçimde devlete devredilmiş olmasıydı. Bunun Süryanilere karşı devam etmekte olan sistematik ayrımcılık, nefret söyleminin devam etmesi ve yeniden üretilmesinde önemli rol oynadığını belirtmek gerekiyor. Süryanilerin, devlet tarafından hazırlanıp liselerde okutulan tarih kitaplarında hain ve dış güçlerle işbirliği yapan bir toplum olarak tasvir edildiklerini görmekteyiz. İlgili sivil toplum kuruluşları, nefret söylemini besleyen pasajların okul kitaplarından çıkarılması için gerekli girişimlerde bulundu ve bu duruma dair bir adım atılmasını beklemekteler.