2015 yılında, başta Suriye, Irak ve Afganistan’dan olmak üzere çok sayıda mülteci Avrupa'ya sığınma talebinde bulunmak üzere Yunanistan'a giriş yapmaya başladı. Yunanistan, yoğun mülteci akınının yarattığı insani krizin sebep olduğu bu durumla başa çıkmakta zorlandı. Yüz binlerce mülteci, tıklım tıkış botlarla tehlikeli yollarla denizi geçerek Türkiye üzerinden Yunanistan’a adım attı. Mart 2016’da, Avrupa Birliği ile Türkiye “AB-Türkiye Mutabakatı” olarak bilinen bir anlaşmaya vardı. Bu anlaşma kapsamında, Türkiye, mali yardım, Türkiye vatandaşları için vize serbestisi ve Türkiye’nin AB’ye katılım süreci müzakerelerinin yeniden canlandırılması karşılığında, Yunanistan’a ulaşan düzensiz göçmenlerin Türkiye’ye iadesini taahhüt etti. Amaç, düzensiz göçün ve insan kaçakçılığının önüne geçmekti.
AB-Türkiye Mutabakatı’nı takip eden yıllarda, Yunanistan-Türkiye sınırında yasallaştırılmış ancak gizlilikle yürütülen uygulamalarla giderek daha dışlayıcı bir göç politikası benimsendi; böylelikle insanların Avrupa’ya göç etme imkanları iyice kısıtlandı.
2020 yılından itibaren, "geri-itme" (pushback) olarak adlandırılan ve göçmenlerin Yunanistan'dan toplu halde, şiddet içeren ve yasadışı yollarla Türkiye'ye sınır dışı edilmesini amaçlayan sistematik bir politika Ege Bölgesi'nde uygulamaya konuldu. İnsan hakları örgütleri, BM kuruluşları ve siyasetçiler, bu şekilde vuku bulan binlerce geri-itme vakasını belgeledi ve bu uygulamaları sert bir şekilde eleştirdi. Tüm bu delillere rağmen, Yunanistan böyle bir uygulamanın varlığını inkar etmeye devam ediyor.
Legal Centre Lesvos (LCL), Mart 2020'den bu yana bu uygulamadan kurtulanların ifadelerini toplamanın yanı sıra, bu bağlamda kapsamlı birkaç rapor hazırladı ve birkaç vakayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı. S.A.A. ve Diğerleri / Yunanistan davası bu davalardan biri.
S.A.A. / Yunanistan davasında, LCL avukatları, 20-21 Ekim 2020 tarihlerinde Yunanistan'dan Türkiye'ye şiddet kullanılarak sınır dışı edilen 180-200 kişilik bir ekipte yer alan 11 Suriye vatandaşını temsil ediyor.
Söz konusu ekip, 19 Ekim 2020 tarihinde İtalya'ya sığınmak amacıyla Türkiye'den bir balıkçı teknesi ile yola çıkmıştı. Yolculuk esnasında teknenin şiddetli bir fırtınaya yakalanması ve Yunanistan’ın Girit adası yakınlarında denizde zor duruma düşmesi üzerine ekip, Yunan yetkililerine ve BMMYK'ya kurtarma çağrısında bulunmuştu. Akabinde Yunan Sahil Güvenliğinin talimatıyla tekne, Yunan karasularına giriş yapmış ve burada Yunan Sahil Güvenliğine ait, aralarında bir arama-kurtarma gemisinin de bulunduğu birkaç gemi tarafından karşılanmıştı. Ekip, kurtarılma ve yardım edilme vaadiyle 5 saatten fazla denizde bekletilmişti.
Balıkçı teknesinde kaydedilen video görüntülerinin ortaya koyduğu üzere, bu sırada kurtarılma ya da gıda, su, güvenlik ekipmanı gibi temel ihtiyaçlarının temini bir yana dursun, ekip gece yarısı ansızın, üzerinde herhangi bir rütbe işareti taşımayan siyah üniformalarıyla Yunanistan Sahil Güvenlik gemilerinden inen maskeli ‘Komando’ların şiddetli saldırısına uğradı. Saldırgan grup, ekibe saldırdı, eşyalarını çaldı ve Yunanistan’a dönmeye kalkışmaları halinde daha fazla şiddete maruz kalacakları hususunda tehdit etti. Ardından ekip zorla gruplara ayrıldı ve Yunan Sahil Güvenliğine ait iki ayrı gemiye nakledildi. Bu gemilerde, geceyi gıda, su, tuvalet erişimi ya da herhangi bir yardım olmaksızın açık havada geçirmek zorunda bırakılan ekip, ertesi gün ise turuncu renkli, motorsuz, denize inmeye elverişsiz filikalara zorla bindirilerek, güvenlik ekipmanları veya kurtarma çağrısı yapabilecekleri ekipmanlar olmaksızın Türkiye karasuları yakınlarında terk edildiler.
Olay o dönem sosyal medyada yer buldu ve olaya ilişkin dosya, GPS konumları, medya raporları, fotoğraflar ve geri itme operasyonlarının video görüntüleri gibi hayatta kalanların ifadelerini doğrulayan kapsamlı kanıtlar içeriyor. Ancak olayda özellikle çarpıcı olan, toplu sınır dışı uygulamasının sinsi ve görünüşe göre önceden planlanmış doğasının yanı sıra, bu deneyimden uzun süreli travmalar, psikolojik bozukluklar ve fiziksel hasarlar alan hayatta kalanlara karşı uzun süreler boyunca uygulanan şiddet ile fiziksel ve psikolojik aşağılama düzeyleri olarak karşımıza çıkıyor. Yaklaşık 200 kişinin iki ayrı operasyonla eş zamanlı olarak Akdeniz'de 200 km'den fazla bir mesafeden Türkiye karasularına geri gönderildiği, uzun, şiddetli ve kitlesel bir geri itmeyi koordine etmek üzere Girit yakınlarında konuşlandırılan bir arama-kurtarma gemisi de dahil olmak üzere, Yunanistan Sahil Güvenliğine ait en az 5 resmi geminin yer aldığı bu olayda, yetkililer tarafından seferber edilen personel, gemi, teçhizat sayısı ve koordinasyonun kendisinin olağanüstülüğü göze çarpıyor.
S.A.A. ve Diğerleri / Yunanistan davası, Yunanistan’dan yasadışı ve şiddet kullanılarak sınır dışı edilen hayatta kalanları temsilen LCL avukatları tarafından AİHM nezdinde açılan beşinci dava olma özelliği taşıyor ve AİHM'in Aralık 2021'de Yunanistan'a tebliğ ettiği 32 geri-itme davası arasında yer alıyor. Söz konusu davalar, Yunanistan'a sığınma talebiyle gelen ve Yunan yetkilileri tarafından şiddet, aşağılama ve işkenceyle karşılanan, denizde terk edilen veya Meriç sınırından Türkiye'ye şiddet kullanılarak geri gönderilen göçmenleri içeriyor.
S.A.A. / Yunanistan davasında hukuki kapsamda olayları ortaya koymak adına, LCL, Avrupa’ya ulaşmaya çalışan yaklaşık 200 kişinin sınır dışı edilmesi ile sonuçlanan olayların canlandırmasını üretmek için bağımsız bir araştırma ekibi kurdu. Araştırma ekibi, geri-itmenin mevcut delillerinin yanı sıra geri-itmeden hayatta kalanlar ile mülakatlar gerçekleştirerek beyanları inceledi ve 20-21 Ekim 2020 tarihli olayların canlandırılma videosunu üretti. Video Ocak 2023’te yayınlandı. Yayınlanmasının yanı sıra, Yunan Sahil Güvenliğinin denizde zor durumda olan yaklaşık 200 kişiyi kurtarmak yerine şiddetli saldırıya maruz bıraktığı, gözaltına aldığı ve nihayetinde denizin ortasına terk ettiği kapsamlıca koordine edilmiş ve yasadışı geri-itme operasyonunu gösteren video, halen AİHM önünde derdest bulunan başvuru kapsamında delil olarak değerlendirilmesi için mahkemeye sunuldu.
Canlandırma videosu sadece Yunan yetkililerin bu şiddetli geri-itmeyi gerçekleştirdiğini, dolayısıyla Yunanistan’ın ilgili insan hakları ihlallerinden mesul olduğunu göstermekle kalmıyor; aynı zamanda bu operasyonun Yunan makamlarının kapsamlı bir şekilde belgelenmiş ve rapor edilmiş olan - söz konusu olaylardan önce ve o zamandan beri süregelen - sistematik toplu sınır dışı etme uygulamasıyla tutarlı olduğunu da gösteriyor. Video ayrıca Ege Denizi'nde meydana gelen olaylarda Türkiye ve AB'nin de sorumluluk taşıdığını göstererek, onların da hesap verme sorumluluğundan kaçındığını vurguluyor. Bunların yanı sıra, video Ege Denizi’ni geri-itmeler esnasında yaşamını yitirenler için bir hafıza mekanı olarak tesis ediyor. Denizde sıklıkla yaşanan geri-itme olaylarının daimi inkarı, göçmenlerin ölümüne yol açan olayların ve daha da önemlisi denizde kaybedilen hayatların hatırlanmasını engelliyor. Proje, geri-itme olaylarını yeniden canlandırarak devletler tarafından inkar edilen ve susturulan bu olayları görselleştirerek kamuoyunun gözlemleme şansı bulamadığı geri-itmelerin detaylarını ve gerçekliklerini görünür kılıyor.
S.A.A. / Yunanistan davasında AİHM kararı henüz çıkmadı; dolayısıyla bu raporun AİHM nezdindeki etkileri henüz gözlemlenemedi. Ancak Yunanistan devletinin Türkiye ile deniz sınırındaki şiddet içerikli ve organize uygulamalarına dair destekleyici delillerin ortaya çıkmaya devam ettiği bu süreçte, bu yeniden canlandırma Kale Avrupası yaklaşımını korumak adına göçmenlere yönelik işlenen suçların tarihsel kaydını tutmaya fayda sağlayacaktır.
Yeniden canlandırma, the Guardian gazetesi, Avrupa Parlamentosu ve Refugee Observatory gibi çeşitli kamusal platformlarda yer buldu. Susturulan olguları kamusal alana taşıyan bu canlandırma videosu, geri-itmelerin uzun vadeli uluslarötesi terk etme ve mültecilerin mülksüzleştirilmesi siyasetinin bir sonucu olduğunu gözler önüne seriyor. Diğer bir deyişle, geri-itmelerin 2016’da imzalanan ve Türkiye’yi mülteciler için açık cezaevi haline getiren AB-Türkiye Mutabakatı’nın vahim sonuçlarından biri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira hayati tehlike teşkil eden deniz göç yolu, Türkiye’den Avrupa sınırlarına giriş yapabilmek için var olan az sayıdaki seçenekten biri haline geldi.
Yunan yetkililer, herhangi bir geri-itme uygulaması gerçekleştirildiğini bugün itibariyle hâlâ inkar ediyor. S.A.A. / Yunanistan davasının adli yeniden canlandırması ise Yunan yetkililerinin yürüttüğü toplu ve şiddet içerikli sınır dışı etme pratiklerinin derinliği ve planlılığına ışık tutuyor ve bunların insan hakkı ihlali teşkil ettiğini belgeliyor. Yeniden canlandırma videosu dahil eldeki deliller sadece Yunan yetkililerin şiddetli geri-itme uyguladığını, dolayısıyla insan hakları ihlalinde bulunduğunu göstermekle kalmıyor, bu operasyonların Yunan yetkililerin kapsamlı bir şekilde belgelenmiş ve rapor edilmiş olan - söz konusu olaylardan önce ve o zamandan beri süregelen - sistematik toplu sınır dışı uygulamalarıyla tutarlı olduğunu da gösteriyor. Ayrıca, farklı kuruluşların ve bireylerin çalışmalarını bir araya getirerek hakikati mekânsal olarak inşa etmek gerçekten zorlu, ancak oldukça gerekli bir çaba.