Huşamadyan, 1915 öncesinde Ermenilerin yaşadığı yerlerle ilgili bilgi ve arşivler sunarak, soykırımın kendisine doğrudan odaklanmadan, yok olmuş olanı görünür kılmayı amaçlayan bir proje. Hafıza ve Gençlik 3. dönem katılımcımız Ayliz Onaylı’nın Can Erzurumluoğlu ile gerçekleştirdiği röportaj, bu projenin Türkiye’deki algısını, yarattığı etkileri ve geçmiş ile bugün arasında kurduğu bağı sorguluyor. Erzurumluoğlu, 2017 yılında Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden yüksek lisans derecesi almıştır. Şu anda Caen Üniversitesi Tarih Bölümü’nde doktora çalışmalarını sürdürmekte ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni pozitivistleri üzerine araştırma yapmaktadır.
Röportajda, Huşamadyan'ın Türkiye'de yaşayan insanlar tarafından nasıl algılandığı, hafızalarda hangi tohumları yeşerttiği ve geçmişin şimdiki zihinlerde nasıl tezahür ettiği tartışılıyor. Can Erzurumluoğlu, Ermeni tarihi ve kültürel mirasının hatırlanmasının ve tanınmasının önemini vurgularken, Huşamadyan'ın bu bağlamda oynadığı rolü değerlendiriyor. Ayrıca, geçmişle kurulan bağların kimlik korunması ve adalet arayışı açısından taşıdığı önemi ele alıyor. Bu röportaj, geçmişin hafızasının günümüzde nasıl yaşatıldığı ve toplumda nasıl bir yankı bulduğu üzerine derinlemesine bir bakış sunuyor.
Huşamadyan, 1915 öncesinde Ermenilerin yaşadığı yerlerle ilgili bilgi veriyor ve arşiv oluşturuyor. Soykırımın kendisine doğrudan odaklanmıyor, bunun yerine yok olmuş olanı görünür kılmaya çalışıyor. Memorialize Turkey web sitesinde Ece Koçak’ın Huşamadyan ekibinden Arlet İncidüzen ile yaptığı bir söyleşi yer alıyor. Bu söyleşi aracılığıyla, Huşamadyan’ın hangi motivasyonla ve nasıl hayatına devam ettiğini ekipten birinden dinleyebiliyoruz. Fakat Huşamadyan şimdi Türkiye Devleti’nde yaşayan biri tarafından nasıl algılanıyor? Huşamadyan’ın sesi nasıl duyuluyor ve zihinlerde hangi tohumları filizlendiriyor?
Maraş Kent hafızası ile ilgili sürmekte olan bir çalışmada bir katılımcı, ‘’Eskiden burada Ermeniler varmış, bize çok uzak geliyor ama değil, yüz yıl öncesi. Depremde biz de gördük. Bir halk bir yerden bir günde silinebilir mi? Silinebilirmiş.’’ demişti. Kastettiği ’afetin’ kendisinden ziyade bırakılma, ‘temizlenme’ haliydi. Bulunduğu yerden ve tekrar eden silinme halinden, geçmişin şimdiki zihinlerde nasıl tezahür edebileceğini ifade etmişti. Bu ifadeler, yok olmuş olana dair bir anıtın, bir mezarın ya da tamamiyle hiçliğe bırakılmış olma halinin hafızada nasıl yankılandığının geniş bir temsili. Dolayısıyla Huşamadyan, şu an Türkiye’de olan geniş topluma dair hafızayı yaşattığını vurgularken haklı olabilir, fakat bizlerdeki bu ‘silinme’ hissiyle bütünleşen ‘geçmiş’ hafızamızın şimdide neleri meydana çıkardığı sorusu halen sorulmaya muhtaç ve değer; çünkü geçmiş ve onun hafızası en nihayetinde, şimdide yaşayanlarda vücut bulan bir sistemin kendisi.
Elbette tek bir söyleşi, bu soruların tamamını sormaya, Huşamadyan’ı duymaya, zihnimizde ne olup bittiğini ve bunun kolektif hafızada nereye tekabül ettiğini anlamaya yetmez; ancak karmaşık bir bağlantılar ağının bir halkasını kurabilir. Bahsettiğim çalışmadaki katılımcının dediği gibi, geçmiş ve geçmişin gündelik yaşantısı bize ne zaman ‘’uzak’’ geliyor, ne zamanlarda bir köprü kuruluyor ve yakınlaşıyoruz? Toprakla ve sosyal bağlarımızla eskiye dair bir tanıdıklık hissini diri tutabiliyor muyuz? Anıyor muyuz, mezarları açığa mı çıkarıyoruz, ‘yaşamı yeniden mi kuruyoruz,’ yoksa bunların hepsini bir arada yapabileceğimizi mi düşünüyoruz? Yok edilmişliğin ‘kanıtlanması’ ile bir zamanlar var olduğunun ‘kanıtlanması’ aynı şey mi; arşiv çalışmalarımızın zeminini nasıl kuruyoruz? Bir anıt ve bir şeyin kanıtı bizde nasıl yankılanır? Ve hem dururken hem de eylerken, aklımıza gelebilecek daha birçok soruyu kendimize ve birbirimize sormaya, buralarda birbirimizle karşılaşmaya başlayabilir veya devam edebiliriz.
Huşamadyan’ın varlığı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Oldukça yararlı buluyorum. Farklı dillerde yayın yapıyor benim gördüğüm kadarıyla. Ermenice de var. 19. Yüzyıl Ermeni tarihi üzerine çalışan bir tarihçiyim. Birçok konuda, az çok fikrim var ama buna rağmen siteden birçok şey öğreniyorum, birçok ilginç bilgiye rastlıyorum. Benden ziyade daha da önemlisi geniş kesimlere hitap ediyor olması. O görseller olsun, seslendirmeler olsun, bütün bunları çok olumlu buluyorum. Herkesin nihayetinde yoğun entelektüel isteği olmayabilir ama önüne bir makale, bir görsel geldiğinde insanlar sosyal medyada paylaşıyor ve bu bilgiler hızla yayılabiliyor. Ben tabii özellikle, İstanbul Ermenileri özelinde konuşursak bunun yankı bulduğunu, toplumun farklı kesimleri tarafından - bunun altını çiziyorum yoksa var elbette bir kesim kitap alıyor, yabancı dil biliyor, belli entelektüel merakları var - onların dışındaki kesimlere de ulaşması açısından çok çok yararlı buluyorum. Ermeni tarihi, Ermeni kültürel mirası konusundaki yüzeysel bilgilerle insanlar yetinmek yerine bu görseller ve yazılar sayesinde geniş bilgi sahibi oluyorlar.
Peki sizce bu geniş bilgi sahibi olma hali bir bağ kurmaya doğru gidiyor mu? Kolaylaştırabiliyor mu bağ kurmayı?
Şüphesiz ki kolaylaştırıyordur. Söylediğim gibi, bunların sosyal medyada yayılmasını önemsiyorum; sonuçta insanlar sürekli okumasa bile - çünkü herkes okumayı çok sevmeyebiliyor - görseller var. Bunlarla ilgili birkaç satır, belki sadece girişini okuyor ama bunu içselleştiriyor. Bunun da, kimliklerin korunması meselesi ile ilişkili olarak faydalı bir iş olduğunu düşünüyorum. Elbette başka işler de var. Kitaplar var, açıp Ermenistan televizyonunu ve çeşitli internet kanallarını takip edebilirsiniz ama Huşamadyan da bu konuda bence gayet yararlı. Ve insanların geçmişi ile bağ kurmasında evet faydalı oluyor, ona şüphe yok.
İnsanların geçmişi ile bağ kurması derken buradaki Ermeni toplumundan mı söz ediyorsunuz, genel olarak buradaki bütün toplumdan mı?
Ben tabii İstanbul Ermenilerini yakından gözlemliyorum yoksa sadece İstanbul Ermenileriyle sınırlı olmadığını biliyorum. Ermeni tarihine ilgi duyan Türkiyeliler var. Bir de bildiğiniz gibi müslümanlaştırılmış Ermeniler meselesi var. Onların torunları da ilgi gösteriyor. Türkçe olması bu açıdan önemli.
Orada yok olma anı üzerine değil de yok olmuş olanın geçmişte nasıl var olduğu üzerine bir arşivleme/ belgeleme var diyebiliriz. Dışarıdan biri, yani Ermeni olmayan biri baktığında sizce buraya, ‘’Bir zamanlar burada olan bu kadar insan nereye gitti, bu kadar insana ne oldu?’’ diye soruyor mu? O adıma geçebileceğini düşünüyor musunuz buraya bakan birinin? Oradaki verinin sunulması bunu sorabilmek için yeterli mi sizce?
Şüphesiz, bir kesimde bu gerçekleşiyor. Ben kendi çocukluğumu ve üniversite yıllarını hatırlıyorum, 20-25 sene öncesini. O zamanlarda toplumun tamamına yakını bu konuda bilgisizdi. İlerici kabul edilen kesimlerin bile bu konuda çok bilgili olduğunu söylemek mümkün değildi. Belki bazılarının da işine gelmiyordu. Nihayetinde, sadece sağda değil, solda da Ermeni tarihi hakkındaki görüşleri milliyetçi tarihyazımının etkisiyle şekillenmiş insanlar vardı. Şimdi ise bu bilgilerin, bu görsellerin internet yoluyla paylaşılması, bu kesimlerin en azından bir kısmımı aydınlattı. İnsanlar, en azından bir kesim gerçekten Ermenilerin bu topraklarda önemli kültürel mirasa sahip olduğunu gördü ve bunu idrak etti. Milliyetçi kesimler bile bunları inkar etmekte zorlanıyor; politik düzlemde inkar edebilirler ama realite gün gibi ortada. Zaten bu insanların önüne bir şey koyduğunuzda bu sefer inkar aşamasını bırakıp “Evet, olabilir siz de şöyle yaptınız, böyle yaptınız” vesaire gibi bir takım karşı argümanlara geçiyorlar çünkü inkar edilecek gibi değil. Bu kadar somut belgeler, fotoğraflar, yazılı eserler var. Büyük bölümü yok edilse de kalıntıları duran mimari eserler var. Bunların gün yüzüne çıkması sevindirici. Ayrıca, hepsi bir yana, sadece Ermeniler için değil, bu toprakların tarihini çalışan, Osmanlı tarihi çalışan insanlar için de değerli. Yani bu konuda elbette milliyetçi olmayan insanlar da var onlar; onların açısından da kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Peki daha kişisel hislerinize bakacağınız bir soru sorsam; siz de tarihçisiniz, hep uzağa bakıyorsunuz zaten, şu anda hayatta olmayanlara bakıyorsunuz. Ama oradaki içeriklere bakınca size uzak ve tanımadığınız bir şeymiş gibi mi geliyor yoksa bir tanıdıklık hissi yaratıyor mu sizde?
Zor bir soru, yani nereden yaklaşmak lazım… Tabii, tarihçi de olmanın ötesinde İstanbullu bir Ermeni olarak o geçmişe, o geçmişin zengin kültürel yaşamına birçok İstanbul Ermenisi özlem duymamak mümkün değil. Geldiğimiz noktada bunları kaybetmiş olmak üzüntü verici. Tabii ki bir yakınlık duyuyorum. Ben Ermeni okullarında okudum, Ermeni kültürü ile haşır neşir bir insanım. Bir de özellikle söylemek istediğim bir şey daha var bu konuyla ilgili; ben Ermeni filozoflarıyla ilgili çalışıyorum, aslında tarihten önce felsefe okudum, doktoramı tarih üzerine yapıyorum. Mesela bir geleneğin yok edilmiş olmasının etkilerini bugün birçok alanda görüyorsunuz. İşte benim çalışma alanım Ermeni filozoflar, yani bütün bunlar tamamen artık bitti. Kesinti de demiyorum; bu gelenekten eser kalmadı. Her açıdan; mimari olabilir, felsefi olabilir. Ermenilerin entelektüel olarak bu topraklarda çalışmaları vardı; bu bir gelenekti nesilden nesile aktarılan. Belki bazı zanaatler sınırlı ölçüde korunmuş olabilir ama onun dışında... entelektüeller öldürüldü. Biliyorsunuz hikayeleri ve o gelenekten artık eser kalmadı. En büyük zarar, beni en fazla düşündüren bu.
Bu bahsettiğiniz geleneğin kaybolma halini - eskiden olduğu hali ile aynı olmaz tabii ki ama - bir şekilde geçmişe bakarak yeniden kazanmak mümkün mü?
Geçmişe bakarak… Evet, çalışmalar yapılıyor ama hiçbir şey tabii eskisi gibi olmuyor; bir şey kendi tarihsel koşullarında anlamlı. O zaman aradan 100 sene geçmiş, tekrar bir Ermeni felsefesi - Batı Ermenileri için konuşuyorum - ya da bir feminizm geleneği oluşturmak ne kadar eski manasına yaklaşır, sahip olur? Çünkü doğal bir gelişimi vardı. Şimdi yapıyorsunuz bir şeyler ama bu ancak sınırlı bir entelektüel çevrede kalıyor. Nihayetinde Ermenice bilen sayısı, Ermeni okullarında okuyan sayısı, Ermeni nüfusunun sayısı tabii ki çok çok daha fazlaydı. 2 milyondan 40-50 bine düşen, düşürülen bir halk... Dolayısıyla hiçbir şey aynı olmuyor. Bir de bu gelenek bugün devam etseydi kim bilir nerelere varacaktı. Belki enternasyonal düzeyde saygın bir yeri olacaktı ama sonuçta bu insanlar öldürüldü ve nihayetinde Ermeni entelektüellerinin çok azı hayatta kalabildi. Dolayısıyla bunu taşıyabilecek, bugünlere aktarabilecek - hele zaten Cumhuriyet sonrasında toplum iyice içine kapandı - bu şartlarda ne kadar yeniden bir gelenek kurabilirsiniz; kimin için kuracaksınız? Ermenice bilen az sayıda insan var; bir de, mesela, geçmişte Batı Ermenicesi ile felsefi çalışmalar yapılıyor ve felsefe terimleri var. Bu terimlerle ilgili tartışmalar var. Canlı bir tartışma var. Bugün ise yok gibi neredeyse. Şimdi belki o terminoloji çok zenginleşecek, bir felsefi dil oluşacaktı ama şimdi aynı şartlar yok. Ancak çok kişisel yoğun gayretlerle, o da dediğim gibi çok çok sınırlı bir çevrede belki mümkün.
Burada bir kayıptan bahsettiniz az önce. Bunun bir kayıp olmasından ve çok sınırlı bir çevrede kalıyor olmasından hareketle, yine de o geçmişi bulup çıkarmak bir yas gibi bir şey mi sizce, anıt gibi bir şey mi? Ya da nasıl bir şey?
Tabii, bana sorduğunuz öznel bir soru. Böyle bir soru üzerine uzun uzun düşünmek lazım belki. Ama benim için burada bir tanınma meselesi önemli: bir adalet arayışı. Birçok dünya halkları gibi, ben de Türkiyeli bir Ermeni olarak - bu ülkedeki Cumhuriyet tarihinin de tanıklık ettiği gibi, bizzat kendi çocukluğumdan da biliyorum - şu son yıllarda bazı olumlu gelişmeler var ama uzun yıllar Ermeni tarihi, Ermeni kültürel mirası göz ardı edildi. Bugün bunların bilinmesini, hatırlanmasını istiyoruz. Bu bir adalet mücadelesi, bir haksızlık var ve bunun giderilmesi yönünde belki duyulan bir arzunun ifadesi; ki bu bize özgü değil. Görüyoruz, dünyanın dört bir yanında yerli halklar olsun, çeşitli azınlıklar olsun benzer taleplerde bulunuyor; oralarda da başka haksızlıklar var. Ben biraz buradan bakıyorum. Yani sadece bir yas meselesi değil. Bunların bilinmesi, insanlar tarafından hatırlanması benim açımdan önemli en azından. Kaldı ki bu mücadele sadece etnik azınlıklara özgü de değil; farklı gruplar, feministler, LGBTİ+’lar, farklı farklı ezilen grupların tarihçilerden, siyasetçilerden talepleri var. Ermeniler de büyük bir trajedi yaşadılar ve gecikmiş bir bicimde de olsa adaletin yerini bulmasını arzuluyorlar.
Yani bu bir ilkesel duruş olabilir mi diyorsunuz? Resmi ideolojinin belli başlı değerlerine karşı ilkesel bir tarafı da var bunu ifade etmenin?
Evet, bir adalet arayışı. Bir haksızlık var bu haksızlığın giderilmesi için hafızanın insanlarla paylaşılması kuvvetli bir araç. Ben o açıdan değerli buluyorum.