Projenin tasarlama ve icra biçimi insan hakları perspektifine göre gerçekleştirilmedi. 2006 yılında cezaevinde kalan mahkumlar başka cezaevlerine transfer edildikten sonra, Ulucanlar “temizlendi” ve geçmişinden arındırıldı. Hatta hücrelerin üçte biri adeta yeniden inşa edildi. Bu yanıyla, hem fiziksel hem de duyumsal olarak geçmişten koparıldı ve orijinal görünümünü yitirdi. Müze’nin esas olarak odaklandığı şey ise cezaevindeki yaşamı sembolize eden birtakım objeleri sergilemek ve öncesinde bu cezaevinde kalmış olan siyasi figürler hakkında tanımlayıcı bilgiler ışığında cezaevinin tarihini ortaya koymak. Bu şekilde, cezaevinin görselliği gerçekliğinden uzaklaştırılarak cezaevi yaşamının nostaljik bir biçimde sergilenmesiyle sınırlı kaldı. Bu müze ile alakalı diğer bir sorun da cezaevinde bulunan kadın mahkumların geçmişinin temsil edilmemiş olması. Her ne kadar uzun yıllar boyunca Ulucanlar Cezaevi’nde kadın mahkumlar da kalmış ve çeşitli hak ihlallerine uğramış olsalar da, yapılan müzede kadınlara hiç yer verilmedi. Eski Başbakan Bülent Ecevit’in kalmış olduğu bölüm ise yıkılarak kafeteryaya dönüştürüldü. Sonuç olarak, açıldığı günden bu yana müzeyi gezen ziyaretçilerin sayısına bakıldığında popülarite bakımından herhangi bir sorun görülmese de; geçmişle yüzleşme ve insan hakları ihlallerine odaklanma kriterleri çerçevesinde, Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin hafızalaştırma projelerinin en temel esaslarını karşıladığını söylemek oldukça güç.
Ulucanlar Cezaevi, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından hemen sonra, 1925’te açıldı. Bu yanıyla, Ulucanlar Cezaevi tarihçesine bakmak demek, faaliyetlere başladığı günden bu yana siyasi tutukluların hapsedildiği bir mekan olduğu için Türkiye’nin siyasi tarihini incelemekten farksız. Haksız bir biçimde Ulucanlar Cezaevi’ne tutulan, idam edilen veya işkence başta olmak üzere, çeşitli hak ihlallerine maruz bırakılan tüm kişilerin isimlerini saymak oldukça zor olsa da bu isimlerden bazıları şunlar: Milletvekili Osman Bölükbaşı, Başbakan Bülent Ecevit, Nazım Hikmet ve Ahmed Arif gibi ünlü şairler, gazeteci Cüneyt Arcayürek, Yılmaz Güney gibi muhalif sinemacılar ve Deniz Gezmiş gibi devrimciler… Bununla birlikte, bazı tarihsel dönüm noktalarında Ulucanlar Cezaevi Türkiye gündeminde ilk sıralara oturduğu için belirli dönemleri hatırlatmakta fayda var. 1971 yılında gerçekleştirilen askeri müdahale sonrasında, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun önde gelen üç ismi; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan mahkeme tarafından idam cezasına çarptırıldı ve 6 Mayıs 1972 tarihinde Ulucanlar’da idam edildi. 1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbe sonrasında ise sosyalist bir lise öğrencisi olan Erdal Eren (17) de buraya getirildi. Hukuki yönetmeliğe göre henüz 18 yaşında olduğu için idam edilmesi mümkün olmayan Erdal Eren, yaşı büyütüldükten sonra 18 Aralık 1980 tarihinde yine bu cezaevinde idam edildi. Türkiye cezaevlerinin tarihinde yaşanan kanlı olaylardan birisi yine 26 Eylül 1999 tarihinde Ulucanlar’da yaşandı. Bu yıllarda Devlet, cezaevlerinde süregiden koğuş sistemini hücre sistemine çevirmek istedi. F Tipi cezaevleri olarak bilinen bu zorunlu dönüşüme karşı direnen siyasi tutuklular, ciddi bir baskı ve katliam dalgasına maruz kaldı. Devletin “Hayata Dönüş Operasyonu” dediği, lakin siyasi tutsakların “19 Aralık Katliamı” olarak adlandırdığı kanlı bir süreç yaşandı. Bu operasyonun Ulucanlar ayağı nihayete erdiğinde, ardında 10 ölü ve yüzlerce ciddi yaralı tutuklu bıraktı. 19 Aralık operasyonunda neler olduğunun araştırılması adına 2000 yılında Mecliste bir araştırma komisyonu kuruldu. Ortaya çıkan rapora göre, yaşamını yitiren mahkûmlar ya silahlarla ya da fiziksel şiddetle öldürülmüştü. Bu komisyon, yaşanan hak ihlallerinden sorumlu olanların cezalandırılması gerektiği yönünde görüş de belirtti.
Ankara’da yeni hücre sistemine göre yapılması planlanan cezaevleri açıldıktan sonra, 2006 yılında Ulucanlar’da bulunan mahkûmlar da yeni cezaevlerine nakledilmeye başlandı. Ankara Büyükşehir Belediyesi ilk etapta bu cezaevini bir ayakkabı çarşısına dönüştürmeyi istemekteydi. Diğer yandan, Ankara Mimarlar Odası bu cezaevinin bir müzeye dönüştürülmesi yönünde Adalet Bakanlığı’na bir öneride bulundu. Mimarlar Odası, yaklaşık 1 yıl boyunca çeşitli sivil toplum örgütlerini de bir araya getirerek nasıl bir müze olması gerektiğine dair faaliyetler yürüttü. 2008 yılında Altındağ Belediyesi müzeleştirme sürecini kendi başına yürüteceğini beyan ederek kontrolü eline aldı. Nihayetinde, Temmuz 2011’de Ulucanlar Müzesi açıldığı vakit sivil bir iradeyle yapılan planlamadan oldukça farklı bir müze ortaya çıktı.
Bu hafızalaştırma çalışmasının amacı Ulucanlar Müzesi’nin resmi internet sitesinde şu şekilde belirtilmekte: “Açık kaldığı 81 yıl boyunca infazlara ve mahkûm isyanlarına tanıklık eden, Türk siyasi ve edebi hayatının önemli isimlerinin kaldığı Ulucanlar Cezaevi, koridorlarında artık kültürü, sanatı ve yeni umutları ağırlıyor. Ulucanlar Cezaevi, Altındağ Belediyesi tarafından müze ve kültür sanat merkezine dönüştürüldü. Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren Altındağ Belediyesi, cezaevinin yıkılmasına izin vermeyerek, Ankara’ya önemli bir eser kazandırdı”. Her ne kadar Ulucanlar Cezaevi’nin tarihçesi demek Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerinin tarihi anlamına gelse de, yapılan bu müzenin bilhassa bu ihlallere odaklandığı söylemek oldukça güç. Cezaevinin müzeye dönüştürülmesi konusunda inisiyatif alan Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki bu hafıza sahasının amacını şu şekilde nakletmektedir: “Ulucanlar Cezaevi, Ankara için önemli bir semboldür. Bu mekânın yıkılmasına izin veremezdik. Ankara’daki kültürel yaşama ve turizme önemli bir katkıda bulunduğumuzu düşünüyorum”. Belediye başkanının ortaya koyduğu bu yaklaşımın, müzenin yapılma amacının Türk devletinin Ulucanlar’da gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleriyle yüzleşmek olduğuna ikna etmesi oldukça zor.
Ulucanlar Cezaevi’ni insan hakları odaklı bir müzeye dönüştürme sürecinde (2006-2011) karşılaşılan temel zorluk, bu konuda aktif çaba sarf eden sivil toplum kuruluşlarının süreçten dışlanmış olmasıydı. 2006 yılında cezaevinin boşaltılmasının hemen ertesinde, Ankara Mimarlar Odası bir dizi faaliyete girişti. Cezaevi birçok kez boş haliyle ziyaret edildi, binlerce fotoğraf çekildi, cezaevi hakkında tarihi niteliğe sahip kanıtlar toplandı, cezaevinde kalmış olan mahkumlarla görüşmeler yapıldı, nasıl bir müze olması gerektiğine dair yarışmalar organize edildi ve genç mimarlar ile sivil toplum kuruluşlarının sürecin ortakları olması adına ciddi bir çaba içerisine girildi. Lakin tüm bu çabalar Altındağ Belediyesi’nin kontrolü ele geçirmesiyle rafa kaldırıldı ve belediye nihai olarak bu çabalardan bağımsız bir şekilde, cezaevinin tarihini etkisizleştiren kendi planlamasını hayata geçirdi. Diğer bir yandan, her ne kadar adli tıp raporları cezaevinde 1999 yılında bir katliam gerçekleştirildiğini ortaya koysa da, başlatılan hukuki süreçte yakın mesafeden 10 siyasi tutukluyu öldürmekten yargılanan 161 asker, 2008 yılı itibariyle aklandı.