Ulucanlar Cezaevi Müzesi

Ankara, 2006
...

Ulucanlar Cezaevi, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olarak ilan edilen ve yeni bir şehir olarak bir anlamda yeni cumhuriyetin temsili olarak kurgulanan Ankara’da 1925’te açıldı. Bu yanıyla Ulucanlar Cezaevi tarihçesine bakmak demek, faaliyetlere başladığı günden bu yana siyasi tutukluların hapsedildiği bir mekân olduğu için Türkiye’nin siyasi tarihini incelemekten farksız. Öyle ki, cezaevinin dışında mezarlık olarak kullanıldığı bilinen bir arsaya, cezaevi binasına ek olarak yapılmak istenen bir depo için 1987 yılında yapılan kazı çalışmalarında çok sayıda insan kemiğine ulaşıldı (Özal, 2017). 

Ulucanlar Cezaevi, Türkiye tarihinin bir yansıması olarak düşünüldüğünde, burada haksız bir biçimde tutulan, idam edilen veya işkence başta olmak üzere, çeşitli hak ihlallerine maruz bırakılan tüm kişilerin isimlerini saymak oldukça zor olsa da bu isimlerden bazıları şunlar: Nazım Hikmet ve Ahmed Arif gibi ünlü şairler, Osman Bölükbaşı, Başbakan Bülent Ecevit, kapatılan Demokrasi Partisi (DEP) milletvekilleri Hatip Dicle, Leyla Zana, Mahmut Alınak, Orhan Doğan, Sırrı Sakık ve Selim Sadak, Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) Sırrı Süreyya Önder gibi siyasetçiler, Cüneyt Arcayürek gibi gazeteciler, Yılmaz Güney gibi muhalif sinemacılar, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan gibi devrimciler… Bununla birlikte, bazı tarihsel dönüm noktalarında Ulucanlar Cezaevi Türkiye gündeminde ilk sıralara oturduğu için belirli dönemleri hatırlatmakta fayda var. 12 Mart 1971 tarihinde yapılan askeri müdahale sonrasında, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun önde gelen üç ismi; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan mahkeme tarafından idam cezasına çarptırıldı ve 6 Mayıs 1972 tarihinde Ulucanlar Cezaevi’nde idam edildi. 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askeri darbe sonrasında ise sosyalist bir lise öğrencisi olan Erdal Eren de buraya getirildi. Hukuken henüz 17 yaşında olduğu için idam edilmesi mümkün olmayan Erdal Eren, yaşı büyütüldükten sonra 18 Aralık 1980 tarihinde yine bu cezaevinde idam edildi.   

Türkiye cezaevlerinin ihlaller tarihinde yaşanan olaylardan birisi yine 26 Eylül 1999 tarihinde Ulucanlar cezaevinde kolluk güçlerince başlatılan ve 10 tutuklunun ölümüyle sonuçlanan operasyondu. Bu yıllarda Türkiye’de cezaevlerinde süregiden koğuş sisteminden hücre sistemine (F Tipi Cezaevleri) geçiş projesi ve uygulamaları başlatıldı. Başta siyasiler olmak üzere mahkûm ve tutukluların direnişine, 19-22 Aralık 2000 tarihleri arasında 20 ayrı cezaevinde aynı anda yapılan bir dizi operasyonla karşılık verildi. Devletin “Hayata Dönüş Operasyonu” adını verdiği, oysa medya ve kamuoyunun “19 Aralık Katliamı” (Bayrampaşa-İstanbul) olarak adlandırdığı olaya kadar süregelen kanlı bir süreç başladı. Bu operasyonun Ulucanlar ayağı nihayete erdiğinde, ardında silahlarla ve kimyasal gazlarla katledilmiş 10 ölü ve yüzlerce ağır yaralı tutuklu bıraktı. Bu katliam, daha önce Ulucanlar Cezaevi’nde mahkûm olarak kalmış dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in Başbakanlığında yapıldı. Cezaevlerinde F Tipi hücre sistemine geçilmesi için düzenlenen operasyonlarda neler olduğunun araştırılması için 2000 yılında TBMM’de bir araştırma komisyonu kuruldu. Hazırlanan rapora göre yaşamını yitiren mahkûmlar ya silahlarla ya da fiziksel şiddetle öldürülmüştü. Bu komisyon, yaşanan hak ihlallerinden sorumlu olanların cezalandırılması gerektiği yönünde görüş de belirtti.

Ankara’da yeni hücre sistemine göre yapılması planlanan cezaevleri açıldıktan sonra, 2006 yılında Ulucanlar’da bulunan mahkûmlar da yeni cezaevlerine nakledilmeye başlandı. Ankara Büyükşehir Belediyesi ilk etapta bu cezaevini bir ayakkabı çarşısına dönüştürmeyi istemekteydi. Diğer yandan, Ankara Mimarlar Odası bu cezaevinin bir müzeye dönüştürülmesi yönünde Adalet Bakanlığı’na bir öneride bulundu. Mimarlar Odası, yaklaşık 1 yıl boyunca çeşitli sivil toplum örgütlerini de bir araya getirerek nasıl bir müze olması gerektiğine dair çalışmalar yürüttü. 2008 yılında Altındağ Belediyesi müzeleştirme sürecini kendi başına yürüteceğini beyan ederek kontrolü eline aldı. Nihayetinde, Temmuz 2011’de Ulucanlar Müzesi açıldığı vakit sivil bir iradeyle yapılan planlamadan oldukça farklı bir müze ortaya çıktı.

Yararlanılan Kaynaklar

Özal, G. (2017). Ulucanlar Kapalı Cezaevi Müzeye Dönüşüm Sürecinin Analiz Edilmesi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Anabilim Dalı, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Yüksek Lisans Programı.

Bu hafızalaştırma çalışmasının amacı Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin resmi internet sitesinde şu şekilde belirtilmekte: “Açık kaldığı 81 yıl boyunca infazlara ve mahkûm isyanlarına tanıklık eden, Türk siyasi ve edebi hayatının önemli isimlerinin kaldığı Ulucanlar Cezaevi, koridorlarında artık kültürü, sanatı ve yeni umutları ağırlıyor. Ulucanlar Cezaevi, Altındağ Belediyesi tarafından müze ve kültür sanat merkezine dönüştürüldü. Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren Altındağ Belediyesi, cezaevinin yıkılmasına izin vermeyerek, Ankara’ya önemli bir eser kazandırdı”. Her ne kadar Ulucanlar Cezaevi’nin tarihçesi demek Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerinin tarihi anlamına gelse de, yapılan bu müzenin bilhassa bu ihlallere odaklandığı söylemek oldukça güç. Cezaevinin müzeye dönüştürülmesi konusunda inisiyatif alan Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki bu hafıza mekânının amacı hakkında şu açıklamayı yaptı: “Ulucanlar Cezaevi, Ankara için önemli bir semboldür. Bu mekânın yıkılmasına izin veremezdik. Ankara’daki kültürel yaşama ve turizme önemli bir katkıda bulunduğumuzu düşünüyorum”. Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi, Ulucanlar Cezaevi Müzesi'ninTürkiye’de devletin geniş şiddet repertuarının cezaevlerine yansımasının hafızalaştırılması amacına hizmet ettiğini söylemek zor. 

Projenin hazırlanma ve uygulaması bu tür hafıza mekânlarının tasarlanması konusunda mevcut uluslararası deneyim ve literatüre ve insan hakları perspektifine uygun olarak yapılmadı. 2006 yılında cezaevinde kalan mahkûmlar başka cezaevlerine transfer edildikten sonra, Ulucanlar “temizlendi” ve geçmişinden arındırıldı. Hatta hücrelerin üçte biri adeta yeniden inşa edildi. Bu yanıyla, hem fiziksel hem de duyumsal olarak geçmişten koparıldı ve orijinal görünümünü yitirdi. Müzenin esas olarak odaklandığı şey cezaevindeki yaşamı sembolize eden birtakım objeleri sergilemek ve öncesinde bu cezaevinde kalmış olan siyasi figürler hakkında tanımlayıcı bilgiler ışığında cezaevinin tarihini ortaya koymak. Bu şekilde, cezaevinin görselliği gerçekliğinden uzaklaştırılarak cezaevi yaşamının nostaljik bir biçimde sergilenmesiyle sınırlı kaldı. Bu müze ile alakalı diğer bir sorun da cezaevinde bulunan kadın mahkûmların geçmişinin temsil edilmemiş olması. Her ne kadar uzun yıllar boyunca Ulucanlar Cezaevi’nde kadın mahkûmlar da kalmış ve çeşitli hak ihlallerine uğramış olsalar da, yapılan müzede kadınlara hiç yer verilmedi. Başka bir yok sayılan grup ise Kürt hareketinde yer alan eski milletvekilleriydi. Kapatılan Demokrasi Parti’li (DEP) Hatip Dicle, Leyla Zana, Mahmut Alınak, Orhan Doğan ve Selim Sadak’ın ismine müzede yer verilmedi, Sırrı Sakık’ın müzeyi ziyaret etmesi engellendi. Bir dönem Barış ve Demokrasi Partisi’nde (BDP) politika yapan sonra Halkların Demokrasi Partisi’ne (HDP) geçen Sırrı Süreyya Önder’in ismiyse silindi, yerine eski Adalet ve Kalkınma Parti’li (AKP) Selçuk Özdağ’ın ismi eklendi. Ayrıca Eski Başbakan Bülent Ecevit’in kalmış olduğu bölüm ise yıkılarak kafeteryaya dönüştürüldü. Sonuç olarak, açıldığı günden bu yana müzeyi gezen ziyaretçilerin sayısına bakıldığında karşılaştığı ilgi bakımından herhangi bir sorun görülmese de, geçmişle yüzleşme ve insan hakları ihlallerine odaklanma kriterleri açısından Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin hafızalaştırma projelerinin en temel esaslarını karşıladığını söylemek oldukça güç.

Ulucanlar Cezaevi’ni insan hakları odaklı bir müzeye dönüştürme sürecinde (2006-2011) karşılaşılan temel zorluk, bu konuda aktif çaba sarf eden sivil toplum kuruluşlarının süreçten dışlanmış olmasıydı. Cezaevinin boşaltılmasının hemen ardından yıkılarak yerine ayakkabıcılar çarşısı yapılacağına dair söylentilerin ortaya çıkması üzerine Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvurmak için harekete geçti. Başvuru neticesinde 2007 yılında cezaevi koruma altına alındı. 2008 yılında ise Adalet Bakanlığı, Ankara Barosu, Ankara Mimarlar Odası ve Altındağ Belediyesi arasında cezaevinin müzeye dönüştürülmesi için protokol imzalandı (Gülsen, 2021). Cezaevinin boşaltılmasının hemen ertesinde, Ankara Mimarlar Odası bir dizi faaliyete girişti. Cezaevi birçok kez boş haliyle ziyaret edildi, binlerce fotoğraf çekildi, cezaevi hakkında tarihi niteliğe sahip kanıtlar toplandı, cezaevinde kalmış olan mahkûmlarla görüşmeler yapıldı, nasıl bir müze olması gerektiğine dair yarışmalar organize edildi ve genç mimarlar ile sivil toplum kuruluşlarının sürecin ortakları olması için ciddi bir çaba gösterildi. Ancak tüm bu çabalar Altındağ Belediyesi’nin kontrolü ele geçirmesiyle rafa kaldırıldı ve belediye tüm bu çabaları görmezden gelerek, kendi planladığı ve cezaevinin tarihini silikleştiren bir projeyi hayata geçirdi. Cezaevinin bazı kısımları yıkılarak yok edildi. Geriye kalan kısımlar ise aslına uygun bir şekilde restore edilmedi. Böylelikle Ulucanlar Cezaevi Müzesi, cezaevinin tarihselliğinden arındırıldı. Her yıl yüzbinlerce kişinin ziyaret ettiği müze geçmişle yüzleşme vasfı taşıyan bir hafıza mekânından çok, bir turistik mekân olarak algılandı ve buna dönük çalışmalar yapıldı. Diğer yandan, her ne kadar adli tıp raporları cezaevinde 1999 yılında bir katliam gerçekleştirildiğini ortaya koysa da, başlatılan hukuki süreçte yakın mesafeden 10 siyasi tutukluyu öldürmekten yargılanan 161 asker, 2008 yılı itibariyle aklandı.

Yararlanılan Kaynaklar

Gülsen, E. (2021). “Bir Hafızalaştırma Örneği Olarak Ulucanlar Cezaevi Müzesi: Kimin Hafızası, Hangi Geçmişle Yüzleşme?”. Türkiye’de Geçiş Dönemi Adaleti: Dönüşen Özneler, Yöntemler ve Araçlar - Sempozyum Tebliğleri 27-28-29 Kasım 2020. Hakikat, Adalet ve Hafıza Çalışmaları Derneği Yayınları.