Hafıza ve Gençlik projemiz katılımcılarından Zehra Nazlı, Ulucanlar Cezaevi'ne yaptığı ziyarete dair izlenimlerini paylaşıyor.
1923 yılında askeri depo olarak hizmet veren, ardından 1925 yılında yapılan tadilatlar ve ilavelerle cezaevi olarak kullanılmaya başlanan Ulucanlar Cezaevi, Türkiye’nin modern cezaevi anlayışının ilk örneği oldu. Zaman içinde Cebeci Tevkifhanesi, Cebeci Umumi Hapishanesi, Ankara Cebeci Sivil Cezaevi, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi ve Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi gibi farklı isimlerle anıldı. Ulucanlar Cezaevi 2006 yılında mahkumların Sincan Cezaevi’ne nakledilmesiyle kapandı. (1)
Açık kaldığı 81 yıl boyunca her türlü muhalif sesi hapsederek; idam, işkence ve operasyonlarla susturmaya çalışan, devlet şiddetinin ölçüsüz bir şekilde uygulandığı mekanlardan biri oldu. Birçok gazeteci, yazar, politikacı ve aydının protestolarına, direnişine, isyanına tanıklık etti. Bu nedenle Türkiye'nin siyasi yapılanmasının ve demokrasi mücadelesinin bir sembolü haline geldi.
Cezaevinin kapanışının ardından, mekânın müzeye dönüşüm süreci başladı. Bu süreçte de mekân; belleğin sürekliliği düşünüldüğünde Türkiye’nin benimsemiş olduğu siyasi duruşa, devlet ve sivil toplum ilişkilerine tanıklık etmeye devam etti.
Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin cezaevini yıkarak iş merkezi ve ayakkabı çarşısına dönüştürme planları, toplumsal hafızanın bu mekandaki izlerinin silinmesine karşı çıkan sivil toplumun itirazlarına ve tepkisine neden oldu. Mimarlar Odası Ankara Şubesi Ulucanlar Cezaevi'nde teknik bir inceleme gerçekleştirdi ve 2007 yılında Ulucanlar Cezaevi'nin tescillenmesi için Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvuruda bulundu. Nihayetinde, Adalet Bakanlığı'na ait tahsisin kaldırılması ve mülkün müze ve film stüdyosu olarak kullanılması, geri kalan alanın ise sosyal ve kültürel amaçlarla Altındağ Belediyesi'ne tahsis edilmesi kararı verildi. Böylece Ulucanlar Kapalı Cezaevi'nin 1, 2, 3, 4, 5, 6 numaralı binaları tescil edilerek koruma altına alındı. (2)
Bu sürecin bir parçası olarak aynı yıl, Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Ankara Barosu mekânın sembolik önemi ve tarihi değerinin korunması, cezaevinin bir hafıza mekanına dönüştürülmesi amacıyla Kent Düşleri Projesi Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi Yarışması'nı düzenledi. 2008 yılında Adalet Bakanlığı, Ankara Barosu, Altındağ Belediyesi ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi arasında imzalanan protokol ile yarışmada birinci seçilen projenin uygulanması kararlaştırıldı. 2009 yılında birinci gelen proje doğrultusunda restorasyon çalışmalarına başlandı. (3)
Demokratik ve katılımcı bir yaklaşım anlayışıyla başlayan bu dönüşüm süreci, zamanla Altındağ Belediyesi'nin ana karar verici mercii haline gelmesiyle birlikte, birinci seçilen projenin uygulanmamasına, TMMOB ve diğer sivil inisiyatiflerin süreçten dışlanmasına neden oldu. Restorasyonun ‘tarihi değeri’ olduğu için 1924 tarihli orijinal planın esas alınarak yapılması; 80 yıl içerisinde ek olarak inşa edilen birçok yapının varlığının silinmesine yol açacağından ötürü ciddi eleştiriler aldı. Altındağ Belediyesi yetkilileri ise proje uygulama aşamasında ödüllü projenin uygulandığını, ancak teknik sorunlar nedeniyle bazı revizyonların yapıldığını söylüyor. (4)
Yarışmalar, projeler ve revizyonlarla dolu olan bu dönüşüm süreci, toplumsal hafızanın korunması için gösterilen çabaların zorluğunu yansıtıyor. 2010 yılında Utanç Müzesi olarak belirli etkinlikler ve atölyelerle kısa süreliğine kapılarını açan cezaevi, 2011 Haziran ayında Ulucanlar Cezaevi Müzesi Kültür ve Sanat Merkezi olarak faaliyet göstermeye başladı. (5)
Bu noktada bir devlet organının paydaşlarını dışlayarak süreci devralması ve proje üzerinde tek başına denetim yetkisini elinde bulundurması tarihin kolektif bir hafıza olduğu gerçeğini göz ardı etmek anlamına gelir. Bu sebeple Türkiye’nin toplumsal hafızasında önemli bir yere sahip olan Ulucanlar Cezaevi’nin müzeye dönüşüm sürecinde geçirdiği değişikliklerin izini sürmek elzemdir.
Müze girişindeki duvarlardan birinde, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını evinde sakladığı için 2 yıl hapis cezası alarak 1971-1973 yılları arasında burada bulunan ressam Sevim Onursal’ın Kadınlar Koğuşu resimlerinin reprodüksiyonlarını görüyorsunuz. Ancak birçok operasyona, şiddete, işkenceye, mücadele ve direnişe tanıklık eden Kadınlar Koğuşunu göremeyeceksiniz. Zira 1940 yılından itibaren birçok siyasi ve adli kadın tutuklunun kaldığı Kadınlar Koğuşu olarak bilinen 12. Koğuş ‘tarihi değeri’ bulunmadığı gerekçesiyle tamamen yıkılmış. Kadınlar Koğuşunun bir kısmı restorasyon sırasında Kadın Eğitim ve Kültür Merkezi’ne bir kısmı da restoran haline dönüştürülmüş. Bu yer şimdi bazı dernek ve kuruluşların özel günlerde yemek daveti verdiği bir restoran ve hobi merkezi olarak kullanılıyor. (6)
Altındağ Belediye Başkanı Asım Balcı yıkılan Kadınlar Koğuşu için “Burası kadınlar için çok anlamlı bir yer. Bu anlamlı yerin en anlamlı şekilde kullanılması için elimizden geleni yaptık. Buranın kapısını yine kadınlar için açtık. Ama kadınlar bu kez eğitim almak için geliyorlar. Burada hobi ve meslek edindirme kurslarına katılarak, iş ve meslek öğreniyorlar. Geleceğe umutla bakıyorlar’’ ifadelerini kullanıyor. (7)
Ayrıca resimlerin yanında yer alan panoda her ne kadar resimlerin Sevim Onursal’ın çocukları tarafından müzeye bağışlandığı yazsa da çizimler müzeye bağışlanmamış̧. Sevim Onursal’ın kızı Berrin Alganer, annesinin, diğer kadın tutukluların ve Kadınlar Koğuşu’nun izlerinin silinmesine karşı resim örneklerini müzeye iletmiş̧. Müze yönetimi de Alganer’i bilgilendirme gereği duymadan, çizimleri sergilemiş. (8)
Erkek mahkumların kaldığı 1’nci, 2’nci, 3’ncü koğuşlar kapalı ancak 4’ncü, 5’nci ve 6’ncı koğuşları gezebilirsiniz. Koğuşlara normalde olduğundan çok daha az ranza yerleştirilerek ferah bir atmosfer izlenimi verilmiş. Burada 50 kişilik koğuşlarda zaman zaman 100-150 kişinin kaldığını, bir yatağı 3 kişinin paylaştığını, nöbetleşe uyku ile idare edildiğini tahayyül etmeniz oldukça zor. (9)
Her bir ranzanın önüne sağ ve sol siyasi görüşten tanınmış siyasi mahkumların resimleri ve kısa biyografilerinin yer aldığı panolar yerleştirilmiş. Böylece Türkiye siyasi tarihine sağ-sol çatışmasının hâkim olduğu, devletin tüm siyasi görüşleri ayrım yapmaksızın hedef aldığını düşündürten bir sahne oluşturularak ortak bir mağduriyet anlatısı inşa edilmiş. Oysa 1980 askeri darbesi döneminde sağcı ve solcu mahkumların aynı koğuşlara konularak uzlaştırılmaya çalışıldığı, ancak şiddetin artmasıyla 1990’larda bu yaklaşımdan vazgeçildiğini biliyoruz. Bu romantize edilmiş mağduriyet anlatısı, devletin uygulamış olduğu şiddet politikasını göz ardı ederek ziyaretçilerin bunun üzerine düşünmelerini imkânsız hale getiriyor.
Panolardaki yazıları okurken, Türkiye’deki sosyalist hareketin önemli isimlerinden Behice Boran’ın, Sabiha Sertel’in, gazeteci İpek Çalışlar’ın fotoğrafları ve biyografilerini görüyorsunuz. Ardından yanındaki panoda başka bir erkek mahkûmun hayat hikayesini okuyorsunuz. Bir an için kadınların bu koğuşlarda erkeklerle birlikte mi kaldığını düşünüyorsunuz. Zaten biyografisi erkekler koğuşunda anılmaya değer görülmüş birkaç kadın var. Diğer kadınların nerede olduğunu düşünmeye devam ediyorsunuz. (Çünkü Kadınlar Koğuşunun yıkıldığı ile ilgili bir bilgi size hala verilmiş değil.) Mesela yaptığı konuşmalar nedeniyle terör örgütü propagandası yapmakla suçlanan ve meclis tarafından milletvekili dokunulmazlığı kaldırılarak 10 yıl hapis cezasına çarptırılan Leyla Zana gibi önemli bir siyasi figürün burada kaldığına dair hiçbir ize rastlamıyorsunuz.
Bir de ismi anılmış ama sonradan çıkarılma ihtiyacı görülmüş 1985 yılında 12 Eylül darbesinin ardından terör örgütü propagandası yapmak suçlamasıyla 11 ay tutuklu kalan HDP eski Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder* var. Biyografisi müze yönetimi tarafından 2019 tarihinde kaldırılmış. Yerine 1980-1986 yılları arasında “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davası nedeniyle Ulucanlar Cezaevi’nde tutuklu bulunan AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’ın biyografisi konulmuş. Konuyla ilgili olarak müze yönetimi ise hiçbir zaman açıklama yapma gereği duymamış. (10)
Buradaki seçilmiş mahkumların biyografileri, bir yandan bireyleri temsil ettikleri politik içerikten yoksun bırakıyor bir yandan da diğer mahkumları ötekileştiriyor ve hatırlanmaya değer olmayanlar olarak gösteriyor. Böylece seçilen ve depolitize edilen bir mahkûm temsili oluşturulmuş.
Biyografileri tek tek inceledikten sonra, üzerine üst üste sıvalar çekilerek temizlenmiş koğuş duvarlarına bakıyorsunuz. Yine hatırlanacak olan çoktan belirlenmiş gibi. Zamanında bombalarla yıkılan, çıkan yangınlarla simsiyah olan, mahkumların not defteri olarak kullandığı, sloganların yazıldığı koğuş duvarlarından geriye birkaç renkli manzara resmi, Türk bayrağı üzerine “Özgürlüğünü Kaybettin, Onuru Kaybetme” ve kapı girişinde ‘’Taş taşı ama laf taşıma’’ yazısı bırakılmış.
Koğuşlara neden ‘tabuthane’ dendiğini ise tabut kapağına benzer tavan mimarisini fark edince anlıyorsunuz. Tavandaki demir korkuluklu pencereler ve elektrik düğmeleri olmadığı için hiç sönmeyen floresanlarla koğuşlarda kesintisiz bir gözetim anlayışının hâkim olduğunu tahmin etmek çok zor değil.
Ziyaretçilerin daha rahat dolaşabilmesi için bazı yapıların yıkılarak ferahlaştırıldığı avluların üzerinde bir zamanlar mahkumları gökyüzünden ayıran demir çubuklar uzandığını bilmek ise artık mümkün değil, çünkü şimdi yoklar. (11)
1999 yılının Eylül ayında siyasi mahkumların kaldığı 4. ve 5. koğuşlarda 10 kişinin ölmesi ve 100’e yakın mahkumun yaralanması ile sonuçlanan operasyonu ise duvara asılı 'Yine hapishane, yine kan’, 'Komutan ve subayın vurulması olayları şiddetlendirdi', '93 personel mahkumlar tarafından rehin alındı', 'Komutan yaralandı', 'İsyanın beyni Bayrampaşa', 'Polis bir ay önce uyarmıştı', 'Ölümler belirsiz', '76 personel rehin' 'Tüm cezaevleri militanlar tarafından işgal edildi' gibi gazete manşetlerini okuyarak öğreneceksiniz. Bu olay da nasıl hatırlanması isteniyorsa o şekilde hatırlatılacak ziyaretçilere. Birileri burada isyan etmiş birileri de bastırmıştı.
Oysa yaklaşık bir yıldır siyasi mahkumlar 50 kişi kapasiteli koğuşlarda 100-150 kişi kalıyor, koğuş sorunu için çözüm talep ediyor ama çeşitli nedenlerle yönetim bu sorunu çözmeyi reddediyordu. Cezaevi yönetimi baskıcı uygulamalarını artırınca (dışarıdan eşyaların ve yiyeceklerin içeriye alınmaması, görüş ve ziyaretlerin kısıtlanması vb.) mahkumlar, 2 Eylül 1999 tarihinde direnişe geçerek 7. Koğuşu işgal ettiler ve sayım vermeyi reddettiler. (12)
Ancak dönemin Başbakanı Ecevit’in dediği gibi devletin gücü 26 Eylül günü saat 04.00 başlatılan operasyonla gösterilecekti. Jandarma Alay Komutanlığı'na bağlı özel tim, Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polisler, 6. ve 7. Koğuşların çatılarını delerek içeriye yoğun miktarda gaz sıkarken, aynı anda ağır silahlarla koğuşları hedef aldı. Büyükşehir Belediyesi'ne ait itfaiye araçları koğuşlara aralıksız köpük sıktı. Koğuştan çıkan mahkumlar, havalandırmaya doğru ilerlerken kulelerden ateş açıldı. Gece saat 04.00'te başlayan operasyon, saat 10.30'da sona erdi. Tamamı yaralı olan mahkumlar, 500 metre uzaklıktaki hamama götürülürken darp edildi, sürüklendi. İşkencehaneye dönüştürülen hamamda saat 11.00'de başlayan sorgular saat 19.00'a kadar aralıksız sürdü. İnsanlar soyularak tek tek sorguya alındı. Yaralılar hastaneye sevk edilmedi. Saatlerce mahkumlara işkence yapıldı. Operasyon sonucunda 10 mahkûm hayatını kaybetti ve 28’i ağır 78 kişi yaralandı. (13)
Adli Tıp raporlarına göre, hayatını kaybeden tutsakların tamamının ateşli silahlarla vurulduğu, olayda pompalı av tüfeklerinin kullanıldığı, atışların oldukça yakın mesafeden yapıldığı belirlendi. Cesetlerden bazıları ağır darp sonucu tanınmayacak bir haldeydi ve bazı kişilerin vücutlarında kan kaybından dolayı kan tespit edilememişti. Ancak dönemin Adalet Bakanı Sami Türk operasyonla ilgili, "Oraya silah kullanmak için gitmedik... genel arama yapmak üzere gittik. Saatlerce süren anonslarla hiç kimsenin zarar görmeyeceği bildirildi. Buna rağmen ateş açıldı. Üstelik orada hayatını kaybeden tutsak ve hükümlülerin bir kısmının kendi silahlarından çıkan mermi ve saçmalarla öldüğü görülüyor. Bu durum, örgüt içi infaz ihtimalini de göz önünde bulunduruyor." şeklinde açıklama yaptı. (14)
Meclis Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan raporda, "Asker ve polisin ölüm ve yaralanmaya sebebiyet veren aşırı güç kullandığı" ifade edilerek, suçluların yargılanması talep edildi. Operasyonda görev alan 161 jandarma personelinin "kasten öldürme ve yaralama" suçundan yargılandığı Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi davasında, 18 Aralık 2008 tarihinde sanıkların ceza verilmesine yer olmadığına hükmedildi ve tüm sanıkların beraatine karar verildi. Karara, jandarmaların, yetkili merciin verdiği emri yerine getirmeleri ve görevlerini yapmaları gerekçe gösterildi. Operasyonda hayatını kaybeden sekiz mahpusun aileleri ve yaralanan 63 kişinin başvurusuyla dava Anayasa Mahkemesine taşındı. Mahkeme, 9 Ağustos 2015 tarihli kararıyla yaşam hakkının usul yönünden ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmetti. 6 Ekim 2015’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’nin 63 başvurucuya toplam 816 bin Euro tazminat ödemesine karar verdi. (15)
Operasyonda hayatını kaybeden Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Zafer Kırbıyık, Halil Türker, Habip Gül, İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençarslan, Aziz Dönmez, Ahmet Savran ve Mahir Emsalsiz isimleri yine hatırlanmaya değer görülmemiş olacak ki müzenin hiçbir yerinde isimlerine rastlamayacaksınız. Makbul olmayan ve yaşadıkları mekândan tamamen silinmiş. Aynı hamamda hiçbir işkence izine rastlamayacağınız gibi.... Mermer kurnalar, bakır musluklar, hamam tasları, duvara asılı kırmızı peştamallar ve ahşap takunyalar ile herhangi bir yerde görebileceğiniz bir hamamdan hiçbir farkı yok.
Müzede işkencenin izini sürebildiğiniz tek yer, hoparlörden verilen sesi dinleyerek gezdiğiniz tecrit odaları. Mahkumlar çığlıklar, bağırmalar, ağlamayla karışık yakarış sesleri ile acı içinde cezalarını çeken çaresiz kişiler olarak tasvir ediliyor. En çok direnç gösterenlerin ‘terbiye’ edilmek üzere gönderildiği, güneş ışığını sadece 2-3 delikten alan tecrit odalarının da bu şekilde tasarlanmış olması tesadüf olmasa gerek.
Müze gezinizin sonuna doğru, biraz dinlenmek için çay ya da kahve içmek isterseniz kantine uğrayabilirsiniz. 18 yaşından küçük tutuklu çocukların bulunduğu Sübyan Koğuşu restorasyon çalışmaları sonrasında kütüphane ve kantin olarak kullanılmaya başlanmış. Duvarlarda, çocuk mahkumların cezaevinde müzik ve görgü dersleri aldığına dair resimler bulunuyor. Bu birkaç fotoğraf dışında çocuk mahkumların hikayeleri de kadın mahkumlar gibi hatırlanmaya değer görülmemiş.
En son, tüm idamlara tanıklık etmiş kavak ağacının yanından geçerek müzeden çıkıyorsunuz. Kavak ağacının yanında demir parmaklıklı bir hücre içine hapsedilen dar ağacını göreceksiniz. Üzerinde ‘’Türkiye’de idam cezası TBMM’nin 14.07.2004 tarihi 5218 sayılı kanunu ile tamamen kaldırılmıştır’’ yazıyor. İdam cezası ile yüzleşme çabası oldukça kitsch bir temsil biçimi bulmuş. Yanındaki duvarda ise Ulucanlar Cezaevinde gerçekleştiği tespit edilebilen infazlar ve altında 18 kişinin ismi ve infaz edildikleri tarihlerin yazılı olduğu bir pano bulunuyor. Panoda 7 kere 1926, 2 kere 1964, 3 kere 1972, 3 kere 1980 ve 3 kere 1982 yıllarını alt alta okuyorsunuz. Türkiye siyasi tarihinin dönüm noktaları…
Ulucanlar Müzesi, toplumsal hafızanın iktidar tarafından mekân içinde seçilmiş imgeler, değiştirilen ve içi boşaltılan anlatılarla nasıl yeniden yaratılarak tüketildiğinin çarpıcı bir örneğini sunuyor. Bu yalnızca bir mekanın fiziksel değişimi değil, direniş ve şiddet hafızasının içinin tamamen boşaltılarak gerçeğin yeniden inşası anlamına geliyor.
KAYNAKÇA:
1. Komut, A., Bideci, H., Bayıksel,M., Karala, Z. (2010). Tevkifhaneden Müzeye Ulucanlar, Altındağ Belediyesi.
2. TMMOB Mimarlar Odası. (2011, Şubat). Ankara Şubesi Bülteni. Erişim tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: http://www.mimarlarodasiankara.org/dosya/bulten-86.pdf
3. TMMOB Mimarlar Odası. (2011, Şubat). Ankara Şubesi Bülteni. Erişim tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: http://www.mimarlarodasiankara.org/dosya/bulten-86.pdf
4. TMMOB Mimarlar Odası. (2011, Şubat). Ankara Şubesi Bülteni. Erişim tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: http://www.mimarlarodasiankara.org/dosya/bulten-86.pdf
5. ‘’81 yıllık bir bellek’’. Erişim tarihi: 15 Ağustos 2023.
URL: https://www.altindag.bel.tr/#!ulucanlar_cezaevi_muzesi
6. Akkent, M. ve Kovar, S. N. (2019). Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekanları ve Hatırlama Pratikleri. İstos Yayınevi.
7. ‘’Kadınlar Koğuşundan Kadınlar Atölyesine’’. (2021, Aralık). Erişim tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: https://altindag.bel.tr/#!haberler/kadinlar-kogusundan-kadilar-atolyesine
8. ‘’Kadınlar Koğuşu Resimlerine İtiraz’’. (2012, 16 Temmuz). Milliyet Gazetesi. Erişim tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: https://www.milliyet.com.tr/the-others/kadinlar-kogusu-resimlerine-itiraz-1567382
9. Ünalın, Çetin (Ed.). (2010). Tanıkların Ulucanlar’ı: Sözlü Tarih. Ankara: TMMOB.
10. ‘’Sırrı Süreyya Önder’in İsmi Ulucanlar Müzesi’nden Kaldırıldı!’’. (2020, 27 Eylül). Gazete Duvar. Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/05/17/sirri-sureyya-onderin-ismi-ulucanlar-muzesinden-kaldirildi
11. Özal, G. (2017). Ulucanlar Kapalı Cezaevi ve Müzeye Dönüşüm Sürecinin Analizi. Yüksek Lisans Tezi, Atılım Üniversitesi, Ankara.
12.’’Ulucanlarla Helalleşmek’’. (2022, 30 Eylül). Gazete Duvar. Erişim tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: https://www.gazeteduvar.com.tr/ulucanlarla-helallesmek-haber-1583040
13. Cezaevi Merkezi Koordinasyonu. (1996). Devletin Cezaevlerinde Öldürme Özgürlüğü. Varyos Yayınları.
14. ‘’Vurulmadı, Askerin İşkencesiyle Yanımda Öldü’’. (2011, 27 Eylül). Bia Haber Merkezi. Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/133000-vurulmadi-askerin-iskencesiyle-yanimda-oldu
15. ‘’AYM’den Ulucanlar Cezaevi Kararı’’. (2015, 8 Ağustos). Anadolu Ajansı. Erişim tarihi: 15 Ağustos 2023. URL: https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/aymden-ulucanlar-cezaevi-karari/18414
*Anonim olarak bulunan fotoğraf : URL: https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/05/17/sirri-sureyya-onderin-ismi-ulucanlar-muzesinden-kaldirildi
Diğer fotoğraflar 2022 Ağustos ayında yazar tarafından çekilmiştir.