24 Kasım 2012 tarihinde, Cumartesi Anneleri her zamanki yerlerinde 400’üncü eylemini gerçekleştirdi. Anneler 1995 yılında ilk eylemlerini gerçekleştirdiği günden bugüne kadar Cumartesi Anneleri ile dayanışma içinde olan ve adalet taleplerini paylaşan insan sayısı yıl be yıl arttı. 25 Ağustos 2018 tarihli 700. buluşma ise her ne kadar Beyoğlu Kaymakamlığınca yasaklandıysa da, öncesinde yürütülen kampanya Cumartesi Anneleri eylem tarihindeki en büyük kitleselliğe ulaştı. Twitter üzerinden #BeniBulAnne etiketiyle hazırlanan afişler yaygın bir şekilde dolaşıma girdi, buluşmaya yönelik çağrılar çok farklı haber sitelerinde yer aldı, polisin müdahale ettiği eyleme o güne kadar görülmemiş düzeyde katılım gerçekleşti.
Annelerin verdiği mücadele, toplumun siyasi olarak aktif bireylerini hedef alan devlet terörüne yönelik bir tepkiydi. Cumartesi Annelerinin taleplerine devletin ilk zamanlarda tepkisi sessiz kalmak oldu. Bununla birlikte, Annelerin mücadelesine toplumsal ve siyasi destek arttıkça bu sessizlik çabuk bozuldu, eylemlerdeki polis varlığı arttırıldı ve bazıları yakın tarihte olmak üzere, birçok buluşmada polis eylemcilere yönelik şiddete başvurdu. Diğer yandan, son yıllar içinde hükümet Cumartesi İnsanlarının mağduriyetlerini duymak adına Annelere kulak vermeye başladı. Nisan 2011’de, TBMM bünyesinde kurulan İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Cumartesi Annelerinden temsilcilerle bir görüşme gerçekleştirdi. Bu komisyon her ne kadar faillere dair kapsamlı bir yargılama süreci başlatma gibi bir misyona sahip olmasa da, Cumartesi Annelerinin ülke genelinde ana akım medyada seslerini duyurmasını sağladı. Ayrıca, Şubat 2011’de, T.C. Başbakanı R. Tayyip Erdoğan Cumartesi Annelerinin temsilcileriyle görüştü, yaşadıklarını ve adalet taleplerini dinledi. Bu taleplere ilk kez kulak veren hükümet AKP iktidarı olsa da, ciddi bir aşama kaydedilmedi. Görüşmeye katılan iki annenin çocuklarının akıbeti hakkında devlet kaynaklarında bulunan bilgiler kamuoyu ile paylaşıldı. Paylaşılan bu bilgiler arasında kaybettirilen iki kişinin bedenlerinin nerede olduğuna dair bile herhangi bir belirleme söz konusu değildi, sadece nasıl kaybettirildiklerine dair bilgiler vardı. Bu bilgiler toplumların siyaseten aktif kesimlerine yönelik devlet terörüne dair farkındalığı arttırmış olsa da ciddi bir yargılama süreci başlatma konusunda yeterli değildi.