Hafıza ve Gençlik projemiz katılımcılarından Zilan Turgut, Memorialize Turkey web sitesindeki “Anıt Sayaç: Şiddetten Ölen Kadınlar İçin Dijital Anıt” içeriğini geliştirmek adına sanatçı Meltem Şahin ile konuştu. Anıt Sayaç, Türkiye’de erkek şiddetinden hayatını kaybeden kadınlar için Zeren Göktan tarafından yapılmış dijital bir anıt. Aslı Serin ve Birhan Keskin 2013 yılında bu dijital anıtın adını taşıyan ortak bir şiir yazdılar ve 160. Kilometre web sitesinde yayınladılar. Serin ve Keskin’in ortak hazırladıkları, Meltem Şahin’in resimlediği ve tasarladığı şiir kitabı Anıt Sayaç ise 160. Kilometre’nin 100. kitabı olarak 2021 yılının Nisan ayında okurla buluştu. Kitabın yayımlanmasının ardından bu üretimden ilhamla hazırlanan “Birinin Acısı Öbürüne Geçmiyor” başlıklı sergi de 25 Haziran — 6 Ağustos 2021 tarihleri arasında Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde sergilendi. Serginin küratörlüğünü üstlenen sanatçı Meltem Şahin, motivasyonunu “Bu hikâyeler her gün dilimizden, aklımızdan, kalbimizden siliniyor ve yok oluyor. Tıpkı Zeren Göktan’ın Anıt Sayaç’ı gibi bu sergi de bu yaşananları unutmamak, hatırlamak, duyurmak üzerine bir çaba,” diye açıklıyor.
Birhan Keskin ve Aslı Serin tarafından yazılan Anıt Sayaç şiirinin Anıt Sayaç’ın suya attığı ilk taş olduğu göz önünde bulundurursak, serginizin ismini bu şiirin bir dizesinden almasının da bunun bir devamı olduğunu söyleyebiliriz. Sizi sergi fikrine götüren motivasyon kaynağınızdan ve amacınızdan bahseder misiniz?
Zeren Göktan tarafından oluşturulan Anıt Sayaç, şiddetten öldürülen kadınlar için dijital bir anıt. Birhan Keskin ve Aslı Serin’in aynı ismi taşıyan şiiri de bu anıttan esinlenerek kadın cinayetlerine, şiddete dikkat çekmek için yazdıkları çok güçlü bir şiir. Sevgili şair arkadaşım Elvin Eroğlu bana bu şiiri iletip, resimlememi istedi. Ben de bu şiiri konfor alanımda diğer üretim süreçlerimde olduğu gibi resimlemek istemedim, kendimi sıkıştırmak, zorlamak, Birhan ve Aslı’nın şiiri yazarkenki duygu yoğunluğuna sokmak istedim. Bunun sonucunda Perform İstanbul ile iş birliğinde “Stay LIVE at Home!” serisi kapsamında toplamda 2 adet, yaklaşık 3 saat süren performans çıktı ortaya. Performansı iki kanaldan, hem Zoom üzerinden geniş planda hem de Instagram üzerinden yakın planda yayınladım. Birhan ve Aslı’nın kendi seslendirdikleri şiiri, performans boyunca üst üste defalarca dinleyerek çizimler yaptım. Çizimleri bilerek önceden planlamadım, performans sırasında o anda içimden geldiği gibi çizmek istedim. Çizimlerde monoprint isimli bir baskı tekniğini kullandım. Şiirin keskinliği ile monoprint doğasından kaynaklanan hassaslığı ve naifliğinin biribirini çok iyi tamamladığını düşünüyorum. Daha sonrasında, Elvin ile planladığımız gibi, şiir ve performans sonucunda ortaya çıkan çizimleri bir kitaba dönüştürdük. Böylece Anıt Sayaç şiirden performansa, oradan da kitaba dönüşmüştü ve onu orada bırakmaya niyetimiz yoktu. Proje katmanlandıkça bizim için daha anlamlı hale geldi ve böylece bir sergi yapma kararı aldık. Keskin ve Serin’in şiiri o kadar güçlüydü ki, kadın yürüyüşlerinde slogan olmuştu, o kadar güçlüydü ki projeyi tek bir çıktıyla bitiremeyip, farklı sanat dallarını dahil ettiğimiz daha bütünsel bir projeler toplamına dönüştü.
Anıt Sayaç’ta iki kadının ölümü arasında geçen kısacık zamanlar, yas tutacak zaman aralığı bile yaratmaz. Serginin ismini okuyunca bu benzerlik aklıma geldi. Sergiye spesifik olarak bu ismi seçmenizin sebebine ve bu ismin sizde uyandırdığı çağrışıma değinir misiniz?
Elvin Eroğlu sergi ismi için şiirin içinden üç tane örnek seçti ve birlikte “Birinin Acısı Öbürüne Geçmiyor” isminde karar kıldık. Türkiye’de her gün kadınlara, LGBTQI+ bireylere, farklı etnik kökenlerden insanlara ve hayvanlara uygulanan şiddete tanık oluyoruz. Sizin de bahsettiğiniz gibi yas tutulacak zaman aralığının kalmaması, neye üzüleceğine şaşırmak, tepkisiz kalmak, akıl sağlığımızı korumaya çalışmak ve bir şekilde hayatımıza devam etme uğraşı hepimizin bu coğrafyada yaşarken hissettiği şeyler. Bu hikâyeler her gün dilimizden, aklımızdan, kalbimizden siliniyor ve yok oluyor. Tıpkı Zeren Göktan’ın Anıt Sayaç’ı gibi bu sergi de bu yaşananları unutmamak, hatırlamak, duyurmak üzerine bir çaba.
Serginiz dört tane birbiri ile bağlantılı odadan oluşuyor, her odada ise farklı teknikler ve materyaller kullanılmış. Odalar, odalarda kullanılan materyaller ve üretim biçimlerinin hakkında bilgi verir misiniz? Kullanılan bu farklı üretim biçimleri ve materyaller ile iletmek istediğiniz ya da vurgulamak istediğiniz noktalara değinmek ister misiniz?
Sergi sizin de dediğiniz gibi birbiriyle ilintili dört farklı odadan oluşuyor. Çift Bedenleme adlı ilk odayı bir yakın bir de uzak çekim olmak üzere performans videoları, performansın yerleştirmesi ve şiir oluşturuyor. Hemen yanında yer alan oda ise Deneyüstü Çemberi. Bu oda monoprint çizimlerin sergilendiği oda. Performanslarım sırasında kendimi dizelerden oluşmuş bir çemberin içine alarak şiiri şairlerin sesinden art arda dinleyerek, monoprint tekniğinin de naif ve sakin doğasıyla birlikte transandantal bir deneyim yaşadım. Sergi için bu odayı kurgularken benzer bir deneyimi bu sefer de izleyiciye yaşatmayı hedefledim. İzleyici monoprint tekniğiyle üretilen çizimlerle, çizimlerin kalıpları ve çizimlere karşılık gelen dizeleri içine alan bir çemberin içine girerek bu işleri deneyimledi. Performansların sergilendiği ilk odadaki performans canlandırması çemberi daha müzevari bir edayla dıştan deneyimlenirken, ikinci odadaki çember içten deneyimlenir.
Dildeki Cinayet İzleri isimli üçüncü oda ise Elvin’in yaptığı kadın cinayetleri arşiv çalışmasının bir sunumu. Bu sunum, Avusturyalı şair Heimrad Backer’in Tutanak adlı kitabının önsözüyle birlikte yer aldı. Şiirden ve kitaptan biraz daha bağımsız, kadın cinayetleri konusunun etrafında dolandığımız bu odada faillerin kurduğu en kan dondurucu ifadeler elimizden geldiğince yorum katılmadan sergilendi. Tasarımı itibarıyla odaya girince ziyaretçilerin etrafını çevreleyen bu ifadeler, ardı arkası kesilmeyen kadın cinayetlerinin acısını bir kez daha kafalara kazıyarak ziyaretçilerde derin izler bıraktı.
Son odanın ismi ise Nakşetmek, yani “Bir etkinin, olayın, kalıcı ve etkili olmasını sağlamak, onu aklına, zihnine iyice yerleştirmek, kazımak.” Kitapta da yer alan, öldürülen ve davaları hâlâ devam eden 12 kadının fotoğraflarını, yaka çiçeği nakışlarını performansta yaptığım monoprint kağıtlarıyla beraber soyut silüetlere işledim. Bu odaya Nakşetmek dememizin amacı kullandığım tekniğe ek olarak aslında bu kadınları zihinlerimize kazımak istememizdi. Bizim anma odamızdı orası. Kadınların fotoğraflarının dikildiği gri transparan kumaşlar, üzerlerine çizdiğim farklı bedenlere ait silüetlerle 12 kadını göğüslerinde taşıdılar. Her bir türdeki çiçeklerin kökleri yere kadar uzanıyordu, ama hiçbiri sanki köklenemiyordu, birinin acısı öbürüne geçmiyordu. Bu oda benim için dişil bir oda. Burada açık camlarda uçuşan tüllerin arkasından, camın dışındaki sarmaşıkları görürüz, onlar da bize toprak oluşu, dişil yanımızı hatırlatırlar.
Bir odada 12 silüet bulunuyor ve her silüete iliştirilmiş bir resim var. Spesifik olarak bu 12 silüeti seçmenizin bir sebebi var mıdır?
Bu 12 kadın ile yaptığım yerleştirmeler aynı zamanda kitapta da yer alıyor. 12 kadını Elvin’in önderliğinde çok zor bir süreç sonunda seçtik. Seçtiğimiz kadınların çoğu davası hâlâ süren kadınlardı çünkü davalarına dikkat çekmek istiyorduk. Bir yandan elimizden geldiğince farklı etnik kökenlerden, yaş gruplarından, sosyal sınıflardan, cinsel kimliklerden kadınlara yer vererek kapsayıcı olmaya çalıştık. Bu 12 kadının arasında eski eşinin boğazını kestiği için cezaevine giren ve infaz yasası sonrası tahliye olan babası tarafından döverek öldürülen 9 yaşındaki Ceylan Aslan da var, trans nefret cinayeti sonucu öldürülen LGBTQI+ hakları savunucusu Hande Kader de var.
Kadın cinayetleri söz konusu olduğunda, medyada “mağdur” güzellemelerini sıkça okuruz. Bunların aksine Anıt Sayaç’ta kadın cinayetleri tüm çıplağı ile sergilenirken, Anıt Sayaç şiirinde ise kadınların öfkesi ve ayak sesleri var. Benzer bir durumun sizin serginizde de olduğu söylenebilir. Faillerin sözleri ve öldürülen bireylerin bedenleri aracısız ve açık bir biçimdesergileniyor. Böyle bir çabanın önemi ve gerekliliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Anıt Sayaç şiiri Birhan’ın “Ateşli silahlar elimizde, Uma’nın kılıcı belimizde / Savunma ve dövüş sanatlarında ustalıklı / anitsayac’ta bu kadar kadın ismi yeter / Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan” dizeleri ile bitiyor. Bu sözler beni her okuduğumda çok etkiliyor ve içimdeki ateşi körüklüyor. On yıl önce üniversitedeyken o dönemki partnerim tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete maruz bırakıldım. Bu durumlarla barışmam ve üzerine konuşabilmeye başlamam yıllarımı aldı. Bunları anlatmanın, paylaşmanın çok değerli olduğu düşünüyorum. Ayrıca bu paylaşımların şiddetin farklı türlerine maruz kalan bireylere yalnız olmadıklarını hissetmelerini, ve yaşadıklarını veya duygularını paylaşabilecekleri bir alan açabilmesini umuyorum.
Sergide de mağdur güzellemelerinden uzakta, bu acıları sizin de dediğiniz gibi en açık ve aracısız şekilde gözler önüne sermeyi amaçladık. Son odada nakışla beden silüetlerine işlediğimiz öldürülen bireylerin fotoğraflarıyla gazatelerde gördüğümüzün aksine sansürlenmeden yüzleşiyor, tanık oluyoruz. Aynı açıklık faillerin sözlerinin olduğu oda için de geçerli. Kişisel olarak kendi tecrübelerimden edindiğim farkındalık ve toplumsal olarak tanık olduğumuz şiddete karşı özgür bir paylaşım alanını sergide de yaratmak istedik. Failleri yücelten, koruyan; kadınları ise mağdur olarak gösteren sisteme karşı birlikte durmanın, birbirini desteklemenin, örgütlenmenin önemini ve ses çıkarmanın gerekliliğini de bu çaba ile vurgulamak ve gözler önüne sermek istedik.
Faillerin sözlerinin duvara iliştirildiği odanın girişinde yazılı olan Heimrad Bäcker’a ait olan “Faillerin ve kurbanların dilini alıntılamak (…) belgelerde korunmuş olan dilde olmak yeterlidir” sözü hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu sözü spesifik olarak, faillerin sözlerini içeren odada yazılmasının amacı nedir?
Avusturyalı şair Heimrad Bäcker, somut şiirin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen Tutanak kitabının önsözünde, 20. yüzyılın en büyük suçu olan Holokost’u anlamak için savaş ve totalitarizmin aktörlerinin kullandığı dile bu sözleriyle işaret etmiştir. Elvin Eroğlu bu odada bu alıntıya en yalın şekilde ulaşmak için faillerin hem konuşma hem de yazı dillerinde kadın cinayetlerinin katıksız gerçekliğine ve zihinlerdeki dehşete dikkat çekti. Tasarımı itibarıyla da odaya girince ziyaretçilerin etrafını çevreleyen bu ifadeler, ardı arkası kesilmeyen kadın cinayetlerinin acısını bir kez daha akıllara kazıyıp ziyaretçilerde derin izler bıraktı. Duvarlardaki bu çarpıcı alıntılardan bazıları şunlardı: “Her gün döverim bu kez neden öldü, ben de anlamadım.” / “Ben kadın sandım, travesti olduğunu görünce öldürdüm.” / “Namusumu temizledim, namusumu. Beni aldattı.”
Sergi sürecinde ve sonrasında serginin insanlar üzerinde yarattığı etki hakkında neler söylemek istersiniz?
Kitap ve sergi için hazırlanırken performansın aksine hep duygularımı bastırdığımı fark ettim. Performansta yaşadığım duygu yoğunluğu ve sıkışmayı başta kitap ve sergi sürecine de taşımak isterken, kendi akıl sağlığımı korumak adına kendimi biraz yabancılaştırdım. Öldürülen kadınların fotoğrafları üzerine nakış işlerken bir yandan da komedi dizileri izleyerek kendimi konudan soyutlamaya çalıştım. Sergi kurulum süreci ise, sergi tasarımcımızla beraber gerçekleştirdiğimiz tamamen sistemsel ilerleyen daha mekanik bir süreçti. Bu yabancılaşmış duygu durumunun sonu sergi açılış günüyle beraber geldi. Açılışta genç bir kadın ağlamaya başladı, o anda ben başka ziyaretçilere sergiyi anlatırken kadının ağladığını görüp ağlamaya başladım. Sonra sergideki diğer insanlar da ağlamaya başladı. Bu deneyim, aslında her ne kadar mantığa dayalı bir süreç içinde sergiyi inşa etmiş olsak da, gücünün çok büyük olduğunu bana gösterdi ve hem beni bir insan olarak hem de sanatçı olarak çok etkiledi. Bu durum bana ayrıca kadına karşı şiddet ve taciz konularında aktif olarak çalışan sağlıkçıların, gazetecilerin, politikacıların, hukukçuların, eğitimcilerin, mental ve ruhsal durumlarını sağlıklı bi yerde tutmalarının ne kadar zor olduğunu fark ettirdi. Bu çalışmaları ve örgütlenmeyi durdurmadan arada oyuncu değişikliği ile sürdürmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Küratörlüğü Meltem Şahin ve Elvin Eroğlu’na, sergi tasarımı Evrim Karacan’a, ses tasarımı ise Mert Kocadayı’ya ait olan Birinin Acısı Öbürüne Geçmiyor başlıklı sergi, 25 Haziran — 6 Ağustos 2021 tarihleri arasında Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde sergilendi.