Nayat Karaköse

"Hafıza mekânları hem hakikat hem de adalet arayışı mekânları."

Kemal Taylan Abatan, Nayat Karaköse ile 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı üzerine konuştu. 19 Ocak 2007’de öldürülen Hrant Dink’in mücadelesini devam ettirmek, insan hakları, azınlık hakları ve kültürel hakların korunması ve geliştirilmesine katkı sağlamak, milliyetçi ve ırkçı olmayan tarih çalışmalarının yapılmasına destek olmak, Ermeni kültürü ve tarihinin Türkiye’de yaşatılması ve öğretilmesi için çalışmalar yapmak gibi amaçlarla Hrant Dink Vakfı kuruldu. Daha sonrasında, Sebat Apartmanı’nda bulunan, Agos gazetesi ve Hrant Dink Vakfı’na ev sahipliği yapan ofislerin 2015 yılında “23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı”  olarak dönüştürülmesine karar verildi. Bu süreci ve daha fazlasını Nayat Karaköse anlatıyor... 

Image i

 

Ağır insan hakları ihlallerinin hafızalaştırılması, anıtlaştırılması neden önemli? 

Dünyanın birçok farklı ülkesinde geçmişte şiddet dolu tarihlere toplumsal bellek ve toplumsal vicdanda ağır yaralar açmış, insan hakları ihlallerine mekân olan birçok yer günümüzde hafızalaştırılıyor, hafıza mekanlarına dönüştürülüyor. Hafızalaştırma çalışmalarınının ve hafıza mekânlarının birçok farklı işlevleri ve fonksiyonları var. Bu fonksiyonlardan bir tanesi hatırlatmak, unutturmamak. Aslında hatırlamak bir direniş biçimi, bir aktivizm şekli. Çünkü onu bir şekilde devamlı canlı tutuyorsunuz, unutulmamasına ve gelecek nesillere aktarılmasına vesile oluyorsunuz. Diğer bir fonksiyonu, bilgiyi erişilebilir kılmak. Aslında baktığımızda sadece Türkiye’de değil farklı coğrafyalarda resmi bir anlatı var. Bazı ülkelerde hakikatler, gerçekler arşivlerde kilitli kalıyor. Aslında hafıza mekanları ve hafızalaştırma çalışmaları tam da toplumun mahrum bırakıldığı bilgiyi erişilebilir hale getiriyor, bilgiyi sunuyor. Hep örnek veririm Horatius’un çok önemli bir sözü var; “Bilmeye cesaret et” diye. Aslında ziyaretçileri veya sadece ziyaretçiler olarak da değil, hafıza mekanları ve hafızalaştırma çalışmaları hedef kitleyi bilmek için, bilmeleri için cesaretlendiriyor. Bence önemli bir diğer fonksiyon da bu. Bir diğeri ise aslında tefekküre, biraz daha düşünmediğimiz sorular üzerine düşünmeye, düşündürtmeye vesile oluyor. Çünkü hem eğitim sistemine hem resmi ideolojiye baktığımızda, devletin resmi ideolojik aygıtları bize neyi unutmamız gerektiğini neyi hatırlamamamız gerektiğini alttan altta dikte ediyor.  Bunu yaparken de neyi hatırlamamız gerektiğini de her daim bize aktarıyor.  Aslında böyle çalışmalar, mekânın unutturulma politikalarına ve resmi ideolojiye karşı bir alternatif strateji ve direniş şekli. Bence bu anlamda çok önemli. 

Yine bizim bütün bu hazırlık sürecinde öğrendiğimiz en temel şeylerden biri, hafıza mekânları cevaplardan çok soru sordurur ve ziyaretçilerin mekândan sorularla çıkmasını sağlar, bu mekâna gelen kişiler soruların cevaplarını ararlar. Bence bütün hafızalaştırma çalışmalarının temel fonksiyonlarından bir tanesi de soru sordurmak, sorgulatmak. Şimdi biz 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı’ndayız. Rakel Dink’in 23 Ocak’ta cenaze günü toplumsal belleğe kazınan bir sözü vardı: “Yaşı kaç olursa olsun 17 veya 27. Katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.” Tam da bu çalışmalar sorgulamaya, sorgulatmaya vesile oluyor. Yine en temel işlevlerinden bir tanesi, hafızalaştırma çalışmaları ve hafıza mekânları birer karşılaşma alanı olarak da işlev görüyor. Karşılıklı anlayışı ve empatiyi teşvik ediyor. Bu anlamda çok önemli. Toplumsal dönüşüme sadece sunduğu bilgiyle değil, farklı tür öğrenme programları ya da projeler olarak katkı sunuyor. Mesela mekanlar üzerinden düşünürsek, dünyanın dört bir yanından ağır insan hakları ihlallerine ışık tutan, Holokost, Apartheid rejimi, Güney Amerika’daki darbeler, diktatörlükler dönemi, Kamboçya ve Ruanda’daki soykırımlara değinen  onlarca hafıza mekânı ve müze var. Baktığınızda önemli yönlerinden bir tanesi de hem arşivleriyle araştırma mekânı olarak faaliyet göstermesi ama aynı zamanda ziyaretçileri aktif bir şekilde angaje edip onların gelecekleriyle ilgili tahayyüllerine yön vermesi. Bu anlamda, hafıza mekânları dönüşüm alanları olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla tam da ağır insan hakları ihlallerinin, farklı boyutlardaki ihlallerin, hafızalaştırma çalışmaları ve mekânlar üzerinden hatırlatılması kısa vadede bir çözüm sunmayacak; ancak yüzleşmek uzun bir süreç. Biraz sabırla ve sebatla üzerinde çalışmamız gereken bir süreç. O yüzden uzun vadede toplumsal dönüşüme katkı sunuyor ve çok önemli bir yerde duruyor bu çalışmalar.

Hrant Dink için bir hafıza mekânı yaratma fikri nasıl ortaya çıktı? Kimler yer aldı? 

Hiçbir mekanın aslında tek bir hikayesi yok. Çünkü burası toplumsal belleğe 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in tam da bu binanın öldürülmesiyle kazındı. Ama burası sadece bundan ibaret değil. Hrant Dink sadece öldürülen bir gazeteci değil, çok daha ötesi, hak savunucusu, aktivist, dönüşümün aktörü. Bu binanın 100 yıllık bir tarihi var. 1927’nin ortasında Rafael Alguadiş tarafından inşa edilmiş. İstanbul’un da Türkiye’nin de birçok farklı dönemine tanıklık etmiş. Ki Alguadiş aynı zamanda Emek Sineması’nın mimarı ve Varlık Vergisi’nin mağdurlarından bir tanesi. Bizim buraya ilişkin hikayemiz Agos Gazetesi’nin 1999’da, kurulduktan 3 yıl sonra taşınmasıyla başlıyor. Burası aslında Agos’un yeşerdiği, kitleselleştiği ve toplumsal dönüşüm yarattığı, Ermenilerin ve azınlıkların seslerini duyurduğu bir umut ve üretim mekânı. Buranın böyle bir boyutu da var. Fakat ne yazık ki 19 Ocak Hrant Dink burada öldürüldü ve o gün burası bir olay mahalli, bir trajedi mekânına dönüştü. Biz o geceden itibaren bu mekânın nasıl bir vicdan mekânına dönüştüğünün şahidi olduk. Beklemediğimiz bir reaksiyon gösterildi. 

Hrant öldürüldükten sonra Hrant Dink Vakfı kuruldu. Hrant Dink’in hayallerini gerçekleştirmek için Agos ile vakıf bu mekânı paylaştı. Ancak artan kadro ve projelerle birlikte biz sığmamaya başlayınca taşınma gündeme geldi. Tabii ki taşınırken hem bizim düşündüğümüz hem de birçok kişinin yönelttiği soru “Peki orayı ne yapacaksınız?” şeklindeydi. Çünkü buranın sembolik bir önemi var, toplumsal bellekte, kamusal vicdanda özel bir yeri var. Biz tabii buradan ayrılacaktık ama burayı bırakmayacaktık. İşte tam da bu anda burayı bir hafıza mekânına dönüştürelim fikri ortaya çıktı. Ancak burası Türkiye’de ilk örnek olacağı için bizim bir öğrenme sürecine ihtiyacımız vardı. Kapsamlı bir hazırlık süreci yürüttük. Üç ayaktan oluştu bu süreç: İlki, dünyanın dört bir yanındaki zor geçmişlerle ve şiddet dolu tarihlerle yüzleşen müzeleri ve hafıza mekânlarını ziyaret etmekti. Sadece pasif bir ziyaret değildi. Kime erişebilirsek eriştik. Direktörlerden tutun küratörlere, sanatçılardan eğitim program direktörlerine kadar. Mekânın mimarisini beğendiysek mimarlık ofisine gittik. Çok kolektif bir süreç yürüttük. O uzmanları Türkiye’ye davet ettik. Burası eski Agos ofisiyken bir masa etrafında düşündük, “Siz olsanız ne yaparsınız?” diye. Dünyanın farklı coğrafyalarından 50’den fazla uluslararası müze, hafıza mekanı profesyoneli, akademisyenler, hafızalaştırma alanında çalışmalar yapan kişiler davetimiz üzerine İstanbul’a geldi. Bir de Türkiye ayağını oluşturmak için farklı yaş gruplarından, mesleklerden, kimliklerden insanları burada toplayıp onların fikirlerini sorduk. Çok katılımcı ve kapsayıcı bir süreç işlettik. Çünkü gördük ki bizi en çok etkileyen mekânlar, katılımcı, demokratik ve kapsayıcı süreçler yürütülerek kurulmuş olanlardı. 2-2.5 yıllık tasarımdan sonra inşa sürecine giriştik. 

Arat Dink mimar, Sera Dink ise tasarımcı olarak bu inşa sürecinde yer aldı. Sena Başöz, Neslihan Koyuncu gibi sanatçılar ekibimize dahil oldular. Gerçekten herkesin çok kıymetli katkısı var. Delal Dink, ben ve ekip içeriği, kürasyonu ortak akılla geliştirdik. Sarkis, Andreas Knitz ve Horst Hoheisel gibi sanatçılar ile çalıştık. Sadece çekirdek bir ekibin işi değil. Kolekttif akıl yürütmek için aynı zamanda bir danışma kurulu da oluşturduk. Ayşe Gül Altınay, Sibel Asna, Füsun Eczacıbaşı, Erdağ Aksel, Tuba Çandar, Defne Ayas gibi isimlerin görüşlerine devamlı başvurduk. Kapsayıcı bir süreç oldu. Bu mekânı hem içerik hem tasarım anlamında birlikte kurduk. Çok fazla insanın bilgisine başvurmak istedik. Sadece İstanbul’la sınırlamadık, Mardin’de, Yerevan’da, Ankara’da 150’den fazla kişiye eriştik. Bu diyalog toplantılarında, “Bu mekânın size çağrıştırdığı 3 kelime veya 1 cümle nedir?”, Siz böyle bir mekân inşa etmek isteseniz buranın ismi olsa ne olurdu?” gibi sorular sorduk. Bunların hepsi bizim vizyonumuzu ortaya koydu. Sonra da bu hazırlık sürecini anlatan bir rapor yayınladık. Bu raporu da hafızalaştırma alanına ilgi duyan kesimlerle  paylaşmaya çalıştık. Süreci olabildiğince kapsayıcı, demokratik bir şekilde yürütmeye gayret gösterdik.

 

Image i
Kaynak: "Bak, burası Hrant Dink'in hafızasının yaşadığı yer."

 

İçinde bulunduğunuz bu sürecin ve ürettiğiniz hafıza işinin yaratmasını beklediğiniz -politik, toplumsal, kişisel- etkiyi nasıl tarif edersiniz? Başka türlü sormak gerekirse bu çalışma kiminle konuşuyor, kimi muhatap almak istiyor? 

Biz bu mekanda insanları ikna etmek değil, kapının anahtarını vermek istiyoruz. Onları buyur ediyoruz. Çünkü Hrant Dink de öyle birisiydi. Çok davetkâr, çok kucaklayıcı. Gençlere çok önem verirdi. 17 yaşındaki bir üniversite öğrencisine bile, Ermeni kültürüyle hiçbir ilişkisi olmasa dahi “Gel sen Agos’ta bir şeyler yapmaya başla” dediği insanlar bugün çok önemli yerlere geldiler. Yani onlara inanırdı. Biz burada bir yandan Hrant Dink’in hayatına ışık tutuyoruz. Hayatının farklı dönemlerini sadece gazeteci olduğu dönemle sınırlamıyoruz, aktivist yönünü, Tuzla Kamp Armen yıllarını, Agos’un kuruluş dönemi, ki 90’ları düşünürseniz en karanlık dönemlerden birinde kurulmuş olması bambaşka bir şey söylüyor bize. Gerçekten Ermenilerin de en çok hedef alındığı, “Ermeni dölü”nün çok rahat bir şekilde bakanlar tarafından bile telaffuz edildiği bir dönemden geçiliyordu ve Agos böyle karanlık bir atmosfer içerisinde kuruldu. Tam da böyle herkesin en umutsuzluğa düştüğü durumda kurulan bir gazeteydi. Biz burada Agos’un hikayesini de vermeye çalışıyoruz. Agos’un arşivi de burada. Bu arşivde aynı zamanda azınlıklara dair çok önemli bilgiler var. Türkiye’nin azınlık politikasına dair dileyenler gelip burada araştırma yapabilirler. Başka bir gazetede asla yayınlanmayacak haberler Agos bağımsız olduğu için burada yayınlandı. Hrant’ın tek derdi asla Ermeniler değildi. Kürtlerin derdi de, başörtülü kadınların derdi de onun derdiydi. Onlar için de mücadele ediyordu. Bütün ötekileştirilenlerin yanındaydı ve hep şunu dile getiriyordu: “Türkiye’de sadece Ermenilerin hakkı verilse bile bu bizim için hiçbir şey ifade etmez. Herkes için tam demokrasi istiyoruz”. Bunu sık sık vurgulardı. Aynı zamanda Hrant Dink sadece sorunları dile getirmezdi, çözüm önerileri sunan ve bunun için mücadele eden bir aktivistti, toplumsal dönüşümün bir aktörüydü. Burada evet çok acı bir olay yaşandı ama aynı zamanda burası geleceğe dair bir umut da barındırıyor. Gelen ziyaretçiye her zaman şunu diyor: “Siz de dönüşümün aktörü olabilirsiniz”. Bu dönüşüm için onları yüreklendirmek gerek. 

Burada Hrant Dink cinayetine giden süreç de yer alıyor. Sabiha Gökçen haberinden itibaren 3 yılda cinayete giden süreç nasıl gelişti, burada belgelerle yer alıyor. Cinayet günü, sonrası ve anmalar. Ama bizim yapmaya çalıştığımız şeylerden bir tanesi aslında sadece Hrant Dink’in hayatının farklı evrelerine, onun ilham verici mücadelesine bakmak değil, onun savunduğu demokrasi, adalet, barış, bir arada yaşam, diyalog gibi değerleri yeni kitlelerle, yeni nesillerle buluşturabilmek. Bu sadece sergilerle mümkün değil. Öğrenme programlarıyla, atölyelerle bunu yapmaya çalışıyoruz. Bir de burası her yıl 19 Ocak’ta anmaların gerçekleştiği bir yer. Binlerce kişi bu binanın önünde toplanıyor. Her yıl bir insan hakları aktivisti veya yakınını siyasi cinayetlerde kaybetmiş birisi bu pencereden kitlelere sesleniyor ,çinden geçtiğimiz döneme veya insan hakları ihlallerine dair konuşmalarda bulunuyorlar. Burası aynı zamanda bir kürsü gibi ifade, dayanışma alanı; bir adalet arayışı mekânı. Gelenlerin de bu kavramlar üzerine düşünmelerini istiyoruz. Buraya gelen bir kişi kendi ailesinden başlayarak dönüştürmeye başlasa bu kazanımdır. Ancak elbette bu hemen gerçekleşecek bir şey değil. Sabırlı olmayı gerektiren, uzun bir süreç. 

Türkiye’de hafızalaştırma alanın koşullarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Karşılaştığınız zorluklar veya kolaylıklar neler oldu/oluyor? 

Baktığımızda son 20 yıldır hafızalaşma alanında çalışmalar hız kazandı. Çünkü Türkiye’nin yüzleşmesi gereken çok fazla hakikati var. Geç kalınmış ve yüzleşilmeyen, yüzleşmeyi unuttuğumuz çok fazla olay var. Son 20 yıldır özellikle sivil toplumun da çabasıyla çok çok değerli işler yapıldı. Çok zor koşullarda değerli işler yapıldı. 90’larda dahi bazı sergiler yapılabiliyordu, kitaplar yayınlanıyordu. Sonra tabii AB adaylık süreciyle, reformlarla ve barış süreciyle birlikte hafızalaştırma alanındaki işler ivme kazandı. Belki şu an yapılması daha zor olan şeylerin 2005-2012 yılları arasında hızla yapıldığını gördük. Tabii ki burada Barış Süreci de çok etkili oldu. Bugün kolaylıklayapılamayacak, tabu denilen meselelerle ilgili sergiler düzenlendi, kitaplar yayınlandı, filmler çekildi. Bu süreçte sivil toplum kuruluşları bu süreçte çok önemli bir rol oynadı. Bugün onların yaptıkları çalışmalar halen yeni nesle ulaşmaya devam ediyor. 

Bir de tabii ki akademisyenlerin de aslında çeşitli olaylara bakış açısını değiştirdi, onları da yüreklendirdi. Sivil toplum ve akademi arasında kurulan işbirliklerini de gördük. Bazı medya organları, gazeteciler bu süreci destekledi. Ama şu an içinde bulunduğumuz süreçte koşullar eskisi kadar kolay değil. Daralan bir sivil alandan, akademik alandan, medyadan bahsediyoruz.. Belki yerelde çalışmak eskisi kadar kolay değil. Bir dönem daha esnekti. Ama bir de şu var beni umutlandıran, özellikle yeni nesil hafızalaştırma alanına çok ilgi gösteriyor. Bellek, mekân, hafızalaştırma üzerine öğrenciler tezler yazıyorlar. Öğrenci gruplarından talepler alıyoruz, onlarla atölyeler yapıyoruz. Onlara şunu soruyoruz: “Sizin 23,5’unuz ne olurdu?”, “Neyi hafızalaştırmak isterdiniz?”, “Siz bir mekan kuracak olsaydınız ne olurdu?” gibi sorular soruyoruz. Hem beklediğimiz hem de hiç ummadığımız cevaplar alıyoruz. En çok öne çıkanlardan bir tanesi Sivas-Madımak oluyor, 6-7 Eylül üzerine özellikle daha fazla ilgi var çünkü bilinmiyormuş. Fakat zorunlu göç her zaman karşımıza çıkan yanıtlardan bir tanesi. Uğur Kaymaz’ın öldürülmesi, Roboskî, gerçekten yeni neslin de her daim düşündüğü ve hatırlatmak için de çaba göstermeye gönüllü olduğu çeşitli olaylar. Varlık Vergisi de bunlardan bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor, ha keza Dersim de öyle. Fakat görüyoruz ki, Roboskî ve Uğur Kaymaz için anıtlar yapıldı ama bunlar yıkıldı, tahrip edildi. Ne yazık ki bunların yaşanması çok acı. Ama bir şeyin yıkılması bir daha asla tekrar yapılmayacağı veya hafızalaştırılmayacağı anlamına gelmez. Bence burada dayanışma ve birlikte akıl yürütmek, sivil toplumun birlikte hareket edebilmesi çok önemli. Umuyoruz ki 23,5 bu alanda çalışan birçok kişiye ilham olur ve hafıza mekânlarının sayısı artar. 

 

Image i
Kaynak: "Bak, burası Hrant Dink'in hafızasının yaşadığı yer."

 

Adalet arayışı ile hafızalaştırma çabası arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Adaletin sağlanması için işletilecek süreçlerde bu tür hafıza çabalarının rolü olabilir mi? Eğer varsa bunu biraz açabilir misiniz? 

23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı ile Hrant Dink cinayeti için adalet arayışı arasında güçlü bir bağ görüyorum. Hafıza mekânları hem hakikat hem de adalet arayışı mekânları. Hrant Dink cinayeti davası geçtiğimiz yıl sonlandırıldı. Ancak burada yazanı görüyorsunuz: “Biz bitti demeden bitmez”. Bu davaya ilişkin adalet arayışımız hem yasal zeminde hem de toplumsal yollarla sürecek. Baktığımızda her 19 Ocak’ta burada insanlar toplanıyor. İnsanlar sadece Hrant Dink’, anmak için değil, adalet talep etmek için de bir araya geliyorlar. Her yapılan konuşmada bu adalet talebi var. 23,5’ta Hrant Dink cinayeti davasının klasörlerinin birer kopyası var., arşivi açarak da adalet ve hakikat arayışına katkı sunmaya çalışıyoruz. 

Deneyimlediğimiz şeylerden bir tanesi de aslında birçok hafıza mekânının, dünyanın farklı coğrafyalarında, örneğin Arjantin ve Şili’de birer adalet arayışı mekânlarına dönüşmesi. Çünkü faili meçhullerle ve kayıplarla ilgili davalar halen devam ediyor. Bu mekânlar, hafıza mekânı olarak işlev görse de davalara ilişkin delil toplanıyor. Bu beni çok etkilemişti. Mesela Buenos Aires’te ESMA var, eski bir donanma okulu. Tam da darbe ve diktatörlük döneminde orası bir işkence tutuklama merkezine dönüşmüş. İnsanlar oraya gözleri kapalı bir şekilde getirilip öyle tutuklu kalmışlar. Bugün kurtulanların, faillerin bulunmasına ilişkin açtıkları davalar halen devam ediyor ve ESMA’da halen kanıt toplanıyor. ESMA’nın farklı kompleksleri birçok insan hakları alanında faaliyet gösteren kurumlara tahsis edilmiş. Güney Amerika’da da başka coğrafyalarda da böyle mekanlar var. Burada amaç sadece hafızalaştırma değil, gelin birlikte adalet arayalım, adalet talep edelim ve gerçek faillerin bulunması için mücadele edelimin çağrısı yapılıyor. Bu anlamda, hafıza mekânlarıyla adalet arayışı doğrudan ilişkili diyebilirim. 

Türkiye’den veya dünyadan örneklerle birlikte baktığınızda hem kolektif hafıza hem de hafızalaştırma çabaları bugün nasıl düşünülüyor? Bu alanın geleceğine dair fikriniz nedir? 

Çok fazla örnek gördük. Kamboçya’dan Güney Afrika’ya kadar farklı hafıza mekânlarını gördük ve deneyimledik. Aynı zamanda geçmişin mağduru ancak bugün dönüşümün aktörü olan inanılmaz insanlarla tanıştık ve onlardan ilham aldı23,5’ta deneyimlediğimiz  öğrenme sürecinin yansımaları mevcut. Hepsinden ilham aldık ve uzmanları dahil ederek, birlikte kafa yorarak öğrenmeye çalıştık. 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı için bize müze profesyonelleri tarafından da söylenen, diğer yerlerden ayrıştıran özelliği olarak, anlatıcının doğrudan Hrant Dink olması. Çünkü birçok sanatçının veya siyasi figürün adına ithaf edilen birçok müze var dünyada ama anlatıcı kim derseniz, genellikle üçüncü taraf anlatıyor. Burada biz sözü tamamen Hrant Dink’e bıraktık çünkü birçok videodan da oluşan arşivimiz vardı. Burada her video bir soruyla başlıyor ve Hrant Dink size yanıt veriyor. Burada çok az yazılı metin göreceksiniz. Söz tamamen belki de hayatınızda karşılaşabileceğiniz en iyi hikaye anlatıcısının sahibine ait. Birçok uzman şunu söylemişti bize: “Hrantça bir dil var. Bu dil çok özgün ,kapsayıcı ve diyalog temelli,  bunu sürdürmeye devam edin”. Bu tür geri bildirimler bize o kadar ilham verdi ki böyle olsun istedik. Bir mekânın söylemi aslında her şey, temel yapı taşı. Söylemi nasıl kurarsanız bütün tecrübeyi değiştirebilir.. Burada bizim esas şansımız Hrant Dink’in ana anlatıcı olmasıydı. Müze profesyonellerinin geri bildirimlerine baktığınızda 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı bu özelliğiye belki de dünyadaki ilk örnek.

Geçtiğimiz günlerde 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı’nı Ermenistan’ın başkenti Yerevan’a da taşıdınız. Orada gözlemlediğiniz etki nasıldı? Ne tür dönüşler aldınız? 

23,5’u birçok ülkeye taşımak istiyoruz, hayalimiz büyük. Ama elbette başlangıç noktamız Yerevan olacaktı. Araya pandemi girmese çok daha erken olacaktı. Yerevan’da “Hrant Dink Burada ve Şimdi” ismiyle açıldı. Hrant Dink öldürüleli 15 yıl oldu. Ama Hrant Dink Yerevan’da ve şimdi burada.  Hrant Dink’in söylediği şeyler, savunduğu değerler sadeece Türkiye’yle sınırlı değil. O kadar evrensel ve her ülkeyle konuşan bir vizyonu var ki, bugün söyledikleri Yerevan’da karşılık buluyor. Söyledikleri Avrupa’da, Amerika’da,Afrika’da ,Güney Amerika’da da geçerli ;vizyonu ve söylediği sözler gerçekten birçok farklı toplumla konuşuyor ve onların dertlerine dokunuyor. Onun gerçek bir demokrat ve hak savunucusu olması onu evrensel kılıyor. Aynı zamanda çözüm de öneriyor. Hrant Dink’in en çok bu özelliğine hayran kalıyorum yazılarını okurken. Bazen sadece sorunları görünür kılarsınız ama her sorunun bir de çözümünü üretiyor, çözüm odaklı düşünmeyi ve dönüşümün aktörü olmayı hep çok önemsediğini görüyoruz. 

Yerevan’dan çok olumlu dönüşler alıyoruz. Her şeyi titizlikle dinleyen çok dikkatli bir izleyici ve ziyaretçi kitlesi var. Biz orada Hrant’ın gözlerini camlara sıvadık. Hem mekânın içine hem de Yerevan’a bakıyor. Aslında ziyaretçiler de ona bakıyor. Aslında sadece ona bakmıyorlar onun vizyonunu, onun savunduğu değerlerini, nasıl bir insan olduğunu görüyorlar. Aynı zamanda Yerevan ve İstanbul arasında  bir köprü kuruyoruz. Burada bir ekran var ve bu ekrandan Yerevan’daki sergiyi gezenlerle İstanbul’daki ziyaretçiler iletişim kurulabiliyor, sohbet edebiliyor, birbirlerine el sallayabiliyorlar. Aslında bir kapı açıyoruz, insanları etkileşime sokuyoruz. Hrant Dink’in  bir sözü var “Diyalog tek reçetemiz”. İnsanların temaslarına çok önem verirdi. Hükümetler, devletler normalleşmenin önemli aktörleri olsalar da o en çok insanlar arası ilişkiyi ve diyaloğu çok önemsiyordu. Karşılıklı anlayışı, birbirini anlama çabasının ve diyaloğun önemini her daim vurguluyordu. Biz de onun bu yaklaşımını hem 23,5’ta, hem Yerevan’da hem de Hrant Dink Vakfı’nın çalışmalarıyla devam ettirmeye çalışıyoruz. 

17 Mayıs 2022, Salı