Her ne kadar Türk ulus-devleti anayasal bakımdan laik ilkeler doğrultusunda kurulmuş olsa da, Türkiye’deki en büyük etnik-dini gruplardan birisi olan Aleviler, kimliklerinden ötürü sistematik ayrımcılığa ve katliamlara maruz kaldı. İslam’ın Sünni yorumu, Osmanlı İmparatorluğu döneminden itibaren esas kabul edildi ve devletin resmi inanç sistemi olarak benimsendi. Diğer yandan, Alevilik ve farklı inançlar, İslamiyet dininden sapma olarak görülüp reddedildi. Akademik çalışmalara göre, Türkiye’deki Alevilerin nüfusuna ilişkin tahminler, toplam nüfusun yüzde 10’u ila 25’i arasında değişmekte ve bu oran 10 ila 25 milyon arasında insana denk düşmekte. Alevilerin çoğunluğu, ibadet ederken geleneksel İslam’ı takip etmemekte ve dinsel olarak Müslümanlardan farklı bir toplumsal örgütlenmeye ve teolojiye sahipler.
Aleviler, devlet nezdinde Türkiye’deki Sünni Müslümanlardan herhangi bir etnik-dini farklılığa sahip değildi. Haliyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Aleviler yasal çerçevede hiçbir kolektif hak elde edemedi. Mustafa Kemal liderliğinde gelişen Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı esnasında Kürt Alevilere yönelik ilk katliam Koçgiri bölgesinde yaşayanlara yönelik gerçekleşti. Cumhuriyet kurulduktan sonra Kürt Alevileri hedef alan bir diğer katliam ise 1938 yılında Dersim’de yaşandı. Sonrasında, 1960’lı ve 70’li yıllarda, Alevilerin Türkiye sol hareketi içinde siyasallaşmasından rahatsız olan sağcı, faşist ve islamcı siyasi hareketler, 1970’li yıllarda Alevilere yönelik pogromlar gerçekleştirdi. 1978’de Malatya’da, 1979’da Maraş’ta ve 1980 yılında Çorum’da olmak üzere yüzlerce Alevi katledildi, yüzlercesinin evi yakıldı ve mülkleri yağmalandı. Bu katliamların devlet tarafından organize edildiğine dair güçlü kanılar mevcut. Buna benzer katliamlar sonraki on yıllarda da devam etti. 1993 yılında Sivas’ta ve 1995 yılında İstanbul’da Gazi mahallesinde yaşanan olaylar bu sürekliliğe örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca neredeyse her dönemde Sünni Türk milliyetçileri tarafından tehdit anlamını taşıyan Alevi evlerinin kırmızı çarpıyla işaretlenmesi yöntemi sıklıkla kullanılır oldu.
Alevi kimliğinin Türkiye’deki en önemli sembollerinden birisi, halk ozanı ve kanaat önderi Pir Sultan Abdal oldu. Pir Sultan Abdal, 1480 ila 1550 arasında Sivas’ta yaşadı. Onun düşünceleri Alevi inancının ilkelerini yansıtırken, Alevilere göre hayat hikâyesi de tahakküme karşı direniş ruhunu temsil ediyor. Şiirleri ise insan onuru, aşk, barış, ölüm ve yaratan gibi temalara yoğunlaşıyor. Osmanlı devletinin hakkaniyetsiz uygulamalarını eleştirdiği ve bu uğurda yaşamını yitirdiği için tarihsel olarak muhalif bir figür olarak kabul ediliyor. Pir Sultan Abdal’ın ortaya koyduğu direniş ve yarattığı etkiyi kendi iktidarına yönelik bir tehdit olarak algılayan Sivas Valisi Hızır Paşa, nihayetinde Pir Sultan Abdal’ı astırarak yaşamına son vermiştir.
1976 yılında, Pir Sultan Abdal’ın kolektif hafızadaki yerini canlı tutmak amacıyla yola çıkan bir grup Alevi, Sivas’ın Banaz köyünde Abdal’ın heykelinin dikilmesi için yerel bir dernek bünyesinde çalışmalara başladı. Bu hafızalaştırma çalışmasında heykelin tasarım aşaması projeye gönüllü olarak katkıda bulunan Aleviler sayesinde tamamlandı ve toplumsal ağlar kullanılarak gerekli maddi destek de bulundu. Banaz köyünde yaşayanların büyük çoğunluğu ile çevre köy ve ilçelerde yaşayan öğrenciler gerekli olan her türlü işi yerine getirerek bu çalışmaya katkıda bulundu. Yapılan heykelde, Alevilerin geleneksel müzikal enstrümanı olan bağlamayı Pir Sultan Abdal’ın bir direniş sembolü olarak tutması tasarlandı ve projeye uygulandı. 1980 yılında gerçekleşen darbe ile Türkiye’de derneklerin çoğunluğu kapatıldı. Bu projeye öncülük eden yerel dernek de aynı akıbete uğradı, ancak 1986 yılında Ankara’da yeniden kuruldu. Pir Sultan Abdal Geleneksel Kültür Etkinlikleri adı altında, Sivas’ın Banaz köyünde onun anısını yaşatmak amacıyla başlatılan etkinlikler 1989 yılına kadar sürdü. Her yıl düzenlenen bu faaliyet ile Aleviler hem dayanışma ve ibadet etme amacıyla, hem de Alevi kimliği ve demokratikleşme gibi eksenlerde güncel siyasi konulara yoğunlaşan konferanslarla bir araya geldi. Bu etkinlik, sadece kültürel bir girişim değil; Aleviliği nevi şahsına münhasır bir etnik-dini kimlik olarak tanımayı reddeden Türkiye’deki siyasi nizama karşı Alevi kimliğinin tanınması için yapılan siyasi bir girişimdi. Bu etkinlikleri düzenleyen dernek, Sivas Valiliği’nden maddi ve ayni yardım talebinde de bulundu, devlet yetkilileri bu bağlamda etkinliklere destek oldu.
Pir Sultan Abdal heykeli, Alevi kimliğine ilişkin sürmekte olan inkâr ve sessizlik kültürüne son verme amacıyla gerçekleştirilen ilk ve nadir örneklerden biri. Pir Sultan Abdal heykelinin kırsal alanda olması nedeniyle, bu hafıza sahasına erişimin kolay olmadığı söylenebilir. Diğer yandan, Alevi toplumuna yönelik baskıların arttığı bir dönemde gerçekleştirilen Pir Sultan Abdal Şenliklerinin kültürel, dini ve siyasi bir zeminde Alevileri bir araya getirmesi bakımından kayda değer bir etki bıraktığının altını çizmek gerekiyor. Ortaya konan bu hafızalaştırma çabalarının ne kadar etkili olduğunu düşünürken düzenlenen bu etkinliklere katılımın hemen her yıl oldukça yoğun olduğu hatırlanmalı.
Pir Sultan Abdal’a adanan hafızalaştırma çalışmalarının karşılaştığı temel zorluk, Alevi toplumunu ve Türkiye’deki seküler entelektüelleri hedef alan yeni insan hakları ihlalleri oldu. 1993 yılında yüzlerce aydın, toplumsal temsiliyeti olan dini simalar ile kanaat önderleri, Pir Sultan Abdal Şenlikleri bünyesinde Sivas’a gelen ve çoğunluğu Alevilerden oluşan binlerce kişiyle buluştu. Buna karşılık, devletin kolluk kuvvetlerinin korumasında, Sivas’ta Sünni muhafazakâr kesimler örgütlenerek Madımak Oteli’ne sığınan aydınları, yazarları ve müzisyenleri hedef aldı. Otelin önünde toplanan kalabalık, polislerin ve askerlerin gözetiminde önce bir protesto eylemi düzenledi. Bu eylem, ilerleyen saatlerde, içinde festival için gelenlerin bulunduğu otelin ateşe verilmesiyle 33 aydının/sanatçının öldürüldüğü bir katliama dönüştü. Bu katliamdan sorumlu olanların “yargılandığı” dava ise kayda değer bir sonuca ulaşmadan sona erdi. Katliama öncülük eden isimlerin birçoğu hiç ceza almadan kurtuldu. Zanlılardan 8’i, 1997 yılında serbest bırakıldıktan sonra kaçtı ve nihayetinde saldırganların çoğu suçsuz bulundu. Diğer bir deyişle, Alevilerin ortaya koyduğu tanınma talepleri ve inkâr rejimine son verme gayretleri, polislerin ve askerlerin kasti olarak gerçekleşmesine izin verdikleri bir şiddet kampanyası ve katliamla sonuçlandı.
Alevilerin inanç ve kültür taleplerine dayalı hak mücadelesi Türkiye’de hemen her dönemde önemli gündemlerden biri oldu. Bu mücadele Alevi dernekleri ve Alevilerin dahil olduğu çeşitli siyasi partiler üzerinden yürütüldü. İçinde yer aldıkları siyasi organizasyonlar, sivil toplum kuruluşları ve dernekler vasıtasıyla taleplerini yinelediler. Özellikle 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte “Alevi açılımı” denilen bir program sürekli olarak gündemde tutuldu. Ancak söz konusu program bu alanda somut bir adım atılmasına yol açmadı. Çeşitli zamanlarda siyasi parti temsilcileri tarafından tartışmaya açılan program diğer yandan Alevi dernekleri tarafından, Alevilerin inanç ve kültür mücadelesi bağlamında da gündemde tutulmaya çalışıldı. Alevi dernekleri, cemevlerinin ibadethane statüsü kazanarak çeşitli haklardan faydalanması, zorunlu din dersinin kaldırılması, Alevilerin inançlarını ve kültürlerini eşit yurttaşlık temelinde yaşaması ve koruması gibi taleplerde bulundu. Bu talepleri bir mücadele konusu yapmaya çalışan dernekler 27 Şubat 2022’de “Demokrasi ve Laiklik Buluşması” çağrısıyla eylem yaptı. Bu eylem, Alevilerin inanç ve kültür mücadelesinin temel bir talep olarak güçlü biçimde ortaya konulması açısından önemliydi.