Diyarbakır Askeri Cezaevi Projesi

2007
...

Türkiye’nin en büyük etnik azınlık grubu olan Kürtler Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemi boyunca kollektif haklarının tanınması için mücadele ediyor ve etmekte. Çok sayıda isyan hareketi sonrasında özellikle 1971 askeri darbesinden sonra Kürt hareketi oldukça hızlı bir radikalleşme sürecine girdi.

Kürt hareketi içerisinde yer alan sol örgütler, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi çerçevesinde Kürt kitlelerini Marksist-Leninist bir ideolojik çizgide harekete geçirmeye çalıştı. 1970’lerin ikinci yarısında, erken cumhuriyet döneminden bu yana ilk kez kitleler Kürt hareketinin çizdiği siyasi amaçlar doğrultusunda harekete geçmeye başladı (Jongerden & Akkaya, 2012). Fakat 1980 yılında gerçekleşen 12 Eylül askeri darbesiyle hem Kürtlere hem de sol harekete yönelik ciddi bir devlet şiddeti  uygulandı ve devletin toplumsal hareketleri tamamen ortadan kaldırmaya çalıştığı bir döneme girildi. Askeri cunta döneminde yaklaşık 600 bin kişi gözaltına alındı ve bu insanların büyük bir bölümü işkenceye veya kötü muameleye maruz bırakıldı. Yaşanan insan hakları ihlalleri çerçevesinden bakıldığında; Mamak, Metris ve Diyarbakır cezaevleri bu süreçte en yoğun baskı ve işkence politikalarının uygulamaya konulduğu yerler oldu.

Tutuklu ve hükümlülerin büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Diyarbakır Cezaevi, özellikle 1980’lerin ilk yarısı boyunca süren bir dizi sistematik işkence yönteminin kullanıldığı bir kampa dönüştürüldü. Uygulanan ağır baskı, uykudan yoksun bırakma, dayak, elektrik şoku verme, cinsel taciz, tecavüz, pislik ve dışkı yedirme, tırnakların ve dişlerin çekilmesi dâhil olmak üzere sayısız işkence yöntemini içermekteydi. Bu işkencelere karşı sembolleşen direnişler yaşandı. PKK’nin merkez komite üyesi Mazlum Doğan, Diyarbakır Cezaevi’nde uygulanan işkenceleri protesto etmek için 21 Mart 1982’de bir Newroz günü bedenini ateşe vererek yaşamına son verdi. 17 Mayıs 1982’de, “Dörtler” olarak anılan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner bedenlerini ateşe verdiler. 7 Eylül 1982 tarihinde ise Türkiyeli devrimci Kemal Pir, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan kötü muamelelere karşı girdiği ölüm orucu sonucu hayatını kaybetti (Güneş, 2013).

Diyarbakır Cezaevi’nde uygulanan işkence ve baskı, Kürt kimliğini yok etmeye yönelik uygulamalarla birlikte yaşandı. Zorla Türk marşlarının okutulması ve Kürtçe konuşanların cezalandırılması gibi uygulamalar da cezaevinde ve cezaevine gelen ziyaretçiler üzerinde uygulanmaktaydı.Diyarbakır Cezaevi, 2008 yılında Time Dergisi tarafından hazırlanan “Dünyanın En Kötü Cezaevleri” listesine 4’üncü sıradan girdi. Cezaevinde yaşamını yitiren insanların gerçek sayısını belirlemek zor görünse de, devlet kayıtlarına göre 1980 ila 1984 döneminde sistematik işkence ve buna karşı yapılan protestolar nedeniyle 34 mahkûm yaşamını yitirdi. Yüzlerce tutsak fiziksel olarak zarar görürken hemen hemen bütün siyasi tutsaklar psikolojik travmalar yaşadı.

Yararlanılan Kaynaklar

Jongerden, J. & Akkaya, A. H. (2012). PKK Üzerine Yazılar. Çev. Metin Çulhaoğlu. Vate Yayınevi.

Güneş, C. (2013). Türkiye’de Kürt Ulusal Hareketi: Direnişin Söylemi. Çev. Eflâ-Barış Yıldırım. Dipnot Yayınları. 

Diyarbakır Cezaevi’ni bir vicdan mekanına ya da müzeye dönüştürme amacıyla kurulan Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu, 2007 yılında çalışmalarına başladı. Bu girişimin hayata geçirilmesine öncülük eden ve darbe döneminde insan hakları ihlallerine maruz kalanlar tarafından kurulan 78’liler Vakfı hukuk, sosyoloji ve psikoloji alanlarında çalışan uzmanlarla birlikte bu çalışmayı sürdürdü. Komisyon, 1980’lerin ilk yarısında Diyarbakır Cezaevi’nde kalmış olan 462 siyasi mahkûmla derinlemesine görüşmeler gerçekleştirdi, tanıklıklar ve kanıtlar topladı, elde edilen bulgular üzerinden raporlar hazırladı ve nihai olarak Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan devlet şiddetinden sorumlu olanlar hakkında 2010 yılında suç duyurusunda bulundu. Yine 2010 yılında Türkiye, Diyarbakır Cezaevi’nde gerçekleşen işkencelerden kaynaklı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde tazminat ödemeye mahkûm oldu. Bu karar, 2011 yılında, cezaevinde insan hakları ihlallerine maruz kalan 1000 siyasi mahkûmun cezaevinin askeri ve idari personeli aleyhine savcılığa başvurmasına öncülük etti. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 13 Kasım 2021’de “helalleşme” kavramını kullanarak toplumsal barış için çağrı yapan bir mektup yayınladı. Bu bağlamda, 12 Eylül darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde gerçekleşen insan hakları ihlalleriyle “helalleşilmesi” gerektiğini söyledi. Böylelikle, “helalleşme” kavramı dini - dolayısıyla soyut - referanslar içerse de, Türkiye’de geçmişle yüzleşme çabalarının politik alanda çoğaltılması ve güçlendirilmesi konusunda bir umudu farklı toplumsal kesimlerde canlandırdı. 

Bu projenin gerçekleştirmek istediği hedefler şunlar: 1) Diyarbakır Cezaevi’nde gerçekleşen geniş çaplı insan hakları ihlalleri hakkında farkındalık yaratmak; 2) Diyarbakır Cezaevi gerçeklerinin araştırılması için bir Hakikat Komisyonu kurulmasını sağlamak; 3) Cezaevinin kalıcı bir hafıza sahasına veya müzeye dönüştürülmesi için barışçıl eylemler düzenlemek ve suçluların cezasız kaldığı sessizlik kültürüne son vermek. Son 8 yıl içinde, bu doğrultuda Türkiye’de ve Kürt bölgesinde sayısız protesto ve gösteri düzenlendi. Bu eylemlere gösterilen ilgi ve katılımın yüksek olduğu hesaba katılacak olursa, Diyarbakır Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesi hakkında farkındalık yaratma ve mağdurların sesini daha geniş kitlelere duyurma bakımından kayda değer sonuçlar elde edildiği söylenebilir. Diğer yandan, Ankara’da ve Diyarbakır’da olmak üzere, “Diyarbakır Cezaevi ile Yüzleşmek” başlığı altında diğer insan hakları örgütlerinin de katılımıyla iki sempozyum düzenlendiğini de not düşmek önemli. Son olarak, Diyarbakır Cezaevi’nin bir insan hakları müzesine dönüştürülmesi için 78’liler Vakfı tarafından yeni bir kampanya başlatıldı. Nisan 2013’te bu talep doğrultusunda yüz bin imza toplandı ve Meclis’e sunuldu.

Bu hafızalaştırma girişiminin yakın tarihçesi boyunca karşılaştığı en ciddi zorluk, Türkiye devletinin Diyarbakır Cezaevi’nin bir müzeye dönüştürülmesi talebine karşı ortaya koyduğu direnç oldu. AKP hükümetinin bu gibi talepler karşısında takındığı tutum, genellikle geçmişte yaşanan insan hakları ihlallerinin tanınması ve hafızalaştırılması taleplerini engellemek oldu. Bu engellemenin ardında yatan neden, hafızalaştırma çabalarının devletin itibarına zarar vereceği düşüncesiydi. 2010 yılında, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır’da yaptığı konuşma esnasında, Diyarbakır Cezaevi’nin yıkılacağını ve yerine okul yapılacağını belirtti. Erdoğan, bu konuşmadan 11 yıl sonra 9 Temmuz 2021 tarihinde, Diyarbakır Cezaevi’nin boşaltılarak kültür merkezine dönüştürüleceğini açıkladı. Konuşma esnasında “Diyarbakır’ın hafızasındaki bir kötü anıyı ortadan kaldırıyoruz” ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır mitinginde Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi'nin müze ve kültür merkezine dönüştürüleceğini açıklamasından sonra cezaevi kapısına sembolik olarak kilit vuran Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, anahtarı Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a verdi.

2019 yılında Diyarbakır Cezaevi’nde 1996’da yaşanan katliama yönelik açılmış olan dava 23 yıl sonra zamanaşımına uğratılarak kapatıldı. Türkiye’nin siyasi tarihindeki çok ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı alanlardan biri olan bu mekânı hem fiziksel hem de hukuksal anlamda ortadan kaldırmak demek, toplumsal  hafızalaştırma taleplerinin de boşa çıkarılması anlamına geliyor.