Ermenileri kapsayan hafızalaştırma projeleri düşünüldüğü vakit birkaç önemli noktayı hatırlamakta fayda var. Bunlardan birisi, Türk devletinin neredeyse bir yüzyıldır yoğun bir şekilde Ermenilere ait olan geçmişi mezkûr coğrafyadan silmeye çalıştığı ile ilgili. Bu bağlamda, Türkiye’nin tarihinde Ermenilere yönelik nadir olumlu adımlardan birini attığını söylemek yanlış olmaz. Bununla birlikte, yapılan açılış seremonisine her iki devletten de üst düzey katılımın olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, projenin bir etkisinin de bu ilişkilerin daha iyiye gitme olasılığını güçlendirmek olduğu söylenebilir. Diğer bir yandan, bu proje, 19 Eylül 2010 tarihinde yapılan ilk dini seremoniye katılan Ermenilerin kendi coğrafyalarına bu kez turist olarak değil de kimliklerinin ve geçmişlerinin resmi olarak tanındığı bir şekilde gelmiş olmaları bakımından da önemliydi. Aynı zamanda, Van’daki bir yerel gazete, kilisede uzun yıllar sonra yapılacak olan ilk ayine gelecek olan Ermenileri ağırlamak için bir kampanya başlattı. Sonuç olarak, toplamda 2000 aile Ermenileri ağırlamak adına gönüllü olacağını belirtti. Bu proje, resmi veya diplomatik kanalların dışında Türk, Ermeni ve Kürt toplumları arasında bir diyalogun başlamasına imkân vermesi bakımından da önemli.
915-921 yılları arasında Van’da inşa edilen Ahtamar Katedrali, Orta Çağ Ermeni mimarisinin en değerleri örnekleri arasında kabul ediliyor. Mezopotamya’daki en görkemli tarihsel yapılar arasında yer alan bu kilise, Van merkezine yaklaşık 45 km uzaklıkta bulunan Ahtamar Adası’nda. Civarında yaşayan Ermeni toplumu ile birlikte kilisenin yüzyıllar boyunca süren varlığı 20’nci yüzyılın başına kadar ciddi bir engelle karşılaşmadı. Lakin I. Dünya Savaşı öncesinde Ermeniler ile Müslümanlar arasında başlayan silahlı çatışmalarla birlikte kilisenin kaderi de değişti. 1915 yılında gerçekleşen Ermeni tehciri ve Soykırımı sürecinde 1 milyondan fazla olduğu tahmin edilen Osmanlı Ermeni vatandaşı katledildi. Gerçekleşen katliamlar sürecinde Ahtamar Kilesesi rahipleri de yaşamını yitirdi. Bu nedenle, tarihi ve dini öneminin yanı sıra, bu kilise Ermenilerin kolektif hafızasına katliamların da gerçekleştiği bir mekân olarak da kazıldı. Bölgedeki diğer Ermeni mülklerinin ve tarihi eserlerinin başına geldiği gibi Ahtamar Kilisesi de 1915 sonrasında yağmalandı. Bu minvalde, Ermenilerin öldürülmesi ve zorla göç ettirilmeleri sonrasında insani soykırımın yanı sıra Anadolu’nun geneline yayılan kültürel yok etme süreci on yıllar boyunca devam etti. Her ne kadar Türkiye’de 1950 yılı itibariyle çok partili sistem hayata geçmiş olsa da, gayri-Müslimlere yönelik devlet politikalarında herhangi bir değişiklik olmadı. 1951 yılında alınan bir karar doğrultusunda, gayri Müslim topluluklardan kalan tarihi eserlerin birçoğunun yıkılması yönünde karar alındı. O dönem gazetecilik yapan edebiyatçı Yaşar Kemal’in yaptığı siyasi ve medyatik girişimler sonucu Ahtamar Kilisesi yıkılacak olan eserler arasından çıkarıldı. Sonraki on yıllar boyunca, Ermeni cemaatinin yokluğunda kilise terk edilmiş bir biçimde kalmaya devam etti. Diğer yandan, Ermeni soykırımı, hala Türk devleti tarafından kabul edilmedi.
1990’lı yıllara gelindiğinde, bazı basın-yayın organlarında Ahtamar Kilisesi’nin yıkılmak üzere olduğu ve restorasyon için gerekli önlemlerin alınacağına dair haberler çıkmaya başladı. Lakin verilen sözler ne Ahtamar için ne de benzer durumda olan ve Ermenilerin kültürel mirasını temsil eden diğer yapılar için yerine getirilmedi. Hatta bu dönemde kilisenin yanına bir müzikhol yapıldı ve Dünya Kiliseler Konseyi’nin 1992 yılında yaptığı girişimlere kadar bu mekân açık kaldı.
Nihayet, 2002 yılında yazarlardan ve sivil toplum örgütlerinde yer alan aktivistlerin çabaları sonucunda “Ahtamar’ı Kurtarma Projesi” adıyla bir kampanya başlatıldı. Kilisenin kaderine terk edilmişliği hakkında farkındalık yaratmak ve yıkılmasını engellemek adına acil bir şekilde harekete geçilmesi için yapılan bu kampanya çerçevesinde on binlerce imza toplandı. Bu imzalar Ermeni diasporasının yoğun bir şekilde yaşadığı Fransa’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne teslim edildi. Yapılan bu girişimler karşısında İstanbul Ticaret Odası böyle tarihi ve turistik bir yapının korunması için inisiyatif alacaklarını ve restorasyon için bir milyon dolar tutarında bir kaynak aktarımı yapabileceğini duyurdu.
Türkiye-Ermenistan ilişkileri, kurulduğu 1990 yılından itibaren Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanımamış olması nedeniyle, sağlam siyasi, ekonomik ve toplumsal temellere oturamadı. Ancak 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldikten sonra “Komşularla Sıfır Sorun” dış politikası çerçevesinde Türkiye dış politikasını yeni bir düzleme oturtmaya gayret gösterdi. Bu politika çerçevesinde, Türkiye ile Ermenistan ilişkileri gözden geçirildi, müzakereler başladı ve Ahtamar Kilisesi restorasyonu da bu ilişkilerin iyileştirilmesi sürecinde atılacak adımlardan birisi olarak kabul gördü. 2006 yılında başlayan restorasyon çalışmaları 29 Mart 2007’de bitirildi. Açılış seremonisine katılanlar arasında Türk bakanların yanı sıra Ermenistan Kültür Bakanı, Türkiye Ermeni Patriği ve farklı 30 ülkeden temsilciler yer almaktaydı. Her ne kadar 2009 yılında Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin ilerletilmesi adına bir protokol imzalanmış olsa da, bu çerçevede alınan kararların çoğu hayata geçirilmiş değil. Tüm bunlara rağmen, açılış sürecinde tamamlanmamış olan haç da eklendikten sonra 19 Eylül 2010 itibariyle Ahtamar Kilisesi’nde ilk ayin gerçekleştirildi.
Türk devleti açısından bakıldığında bu projenin temel amacı Ermenistan ile ilişkilerini düzeltme gayesiyle olumlu bir adım atmaktı. Ermenistan ise, Ermenilerin kültür varlıklarını korumanın yanı sıra benzer bir amaca sahipti. Diğer yandan, on yıllar boyunca metruk halde yıkılmamaya çalışan bir Ermeni Kilisesi olan Ahtamar’ın restorasyon süreci, basit bir diplomatik manevra olmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Özellikle Ermeni cemaatleri açısından bakıldığında, bu proje belirli bir ölçüde normalleşme, geçmişlerinin tanınması ve zorla göç ettirildikleri bir coğrafyadaki kiliselerinde ibadet edebilme imkânı doğurdu. Bu nedenle, hem Türkiye’de yaşayan hem de diğer ülkelerde yaşamakta olan Ermeniler için fiziki bir restorasyon projesi olmanın ötesinde anlamlar barındıran bu proje, aynı zamanda, Türk devletinin Ermenilerin tarihsel varlığını kısmi de olsa tanıması anlamına geliyor.
Her ne kadar kilisenin ilk restorasyonda eksik kalan kısımlarının tamamlanması için çalışmalara Nisan 2013’te başlanmış ve 1.200.000 TL tutarında bir fon ayırılmış olsa da, bu durum bütün sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor. Bu bağlamda karşılaşılan en ciddi sorun, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından dikte ettirilen, kilisenin yılda sadece 1 gün için ibadet amaçlı kullanılabileceği yönünde aldığı karar. Bunun hangi gün olacağına bile Bakanlık karar veriyor. Bu karar 2009 yılı Aralık ayında alındı ve hala kararın değiştirilmedi. Buna ek olarak, yaşanan temel sorunlardan biri de Ahtamar Kilisesi’nin bakanlık nezdinde bir dini yapı olarak değil de bir müze statüsünde kabul edilmesi. Bu durum, Ahtamar Kilisesi’nin resmi olarak tanınmadığı anlamına da geliyor. Ermenilerin bu yönde yaptığı taleplere baktığımızda, bu gibi konuların bir pazarlık unsuru olarak görülmesinden ciddi bir rahatsızlık duydukları söylenebilir. Tüm bunlara ek olarak, Türk devletinin resmi anlamda bu kilise için Ermenice olan “Ahtamar” yerine “Akdamar” ismini kullanmak konusunda ısrarcı olması da sorunun bir diğer ayağı. Son olarak, Türkiye’deki ırkçı siyasi partilerin Ermenilerin tarihi varlığının tanınması karşısında attıkları adımlar da hafızalaştırma süreçlerini zora sokuyor. Ahtamar’da gerçekleştirilen ilk ayini protesto etme amacıyla Milliyetçi Hareket Partisi liderinin, Kars’ta toplu Cuma namazı kılma eylemine öncülük ettiğini hatırlayalım. Bu gibi ırkçı girişimler hem Türk devletini hem de Türkiye’deki sivil toplumu benzer hafızalaştırma çalışmalarından uzak tutmayı ve Türkiye’de yaşayan Ermenileri kolektif haklar talep etmeleri durumunda korkutmayı amaçlıyor.