Hafıza ve Gençlik projesi 3. dönem katılımcımız Şilan Es, Seyid Rıza Parkı ve Heykeli’nin yapım sürecinde önemli bir rol oynayan dönemin Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin ile bir söyleşi yaptı. Bu hafıza mekanının yapılma amaçlarından birinin devlete ve ilgili siyasi partilere geçmişle yüzleşme çağrısı olduğunu söyleyen Şahin, park ve heykel yapma fikrinin nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. Daha sonrasında yapım aşamasında karşılaştıkları zorluklar ve yapıldıktan sonra gelen tepkilerden bahsediyor. Yerel halkın parkı ve heykeli içten bir şekilde kucaklamasından, parkın yıkılması için açılan davaya kadar birçok noktaya parmak basıyor.
“İnsanlar anıtın çevresinde mum yakarken, çocuklar Seyit Rıza’nın kucağına çoktan oturmuş onun tesbihiyle oynamaya başlamışlardı bile.”
Edibe Şahin
Edibe Şahin, 1960’da Dersim’in Nazımiye ilçesinde doğdu. Eğitim hayatının bir kısmını Dersim’de tamamlayan Şahin, Ağrı Kız Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Çeşitli çalışma alanı ve pratiklerinde bulundu. 2009-2014 yılları arasında Dersim Belediye Başkanlığı yapan Şahin, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nden XXV. Dönem Dersim Milletvekili seçilerek TBMM’de çalışmalara katılmıştır.
1937-1938 yıllarında yaşananlar Dersim tarihi açısından oldukça kritik bir yerdedir. Birçok farklı tartışmanın odak noktasında yer almış, farklı pratikler içerisinde değerlendirilmiştir. Bir hafıza mekanı olarak Seyit Rıza Meydanı’da bahsedilen pratiklerden biridir. Haziran 2010’da tamamlanarak açılışı gerçekleştirilen proje birçok anlamı da içerisinde barındırmaktadır. Proje sürecinde karşılaşılan zorluklar, projenin etkileri, anlam ve kapsamı dönemin Belediye Başkanı Edibe Şahin ile yapılan görüşmede yer almaktadır.
Bir karşı hafıza pratiği olarak Seyit Rıza heykelini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu çalışmayı yapmaya sizi iten ve motive eden şeyler nedir? Bu üretimin kendisi sizi ne düzeyde etkiledi?
Artık hayatın ritmi oldukça hızlandı. Toplum olarak zamansal ve mekânsal bütünlüğün hücrelerine kadar parçalanmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Parçalanma durumu haliyle yaşamı hakikatten koparıyor, hafızayı zayıflatıyor veya yok ediyor. Dolayısıyla toplumsal bellek de zayıflıyor, yitiyor. Hele bir de sözlü olarak bile anlatılmaya korkulan bir durum söz konusu olunca unutulma daha hızlı oluyor. Bizde 1937-38 yıllarında yaşananlar pek anlatılmazdı. Ancak yaşananlar bazen bir olayla, bazen bir mezar taşıyla, bazen kayıp bir kızın öyküsüyle, bazen ziyaretgah olmadığı halde sessizce ağıt eşliğinde yakılan bir mumla (bu toplu katliam yeri olurdu) tekrar yüzümüze çarpmaya devam ediyordu. Yaşananların hakikati hala diriydi. Bu bizi yönlendiren motivasyon oldu. Günümüzde insanı zamandan ve mekandan hızla koparan küreselleşme adı altında toplumun her alanında çoğulculuğu törpüleyen, dilleri, kültürleri yaygın olana feda ederek tek tipleştiren bir durum sözkonusu. Toplumsal belleği canlı tutmak önemli. Biz de hafızalaştırma çalışmalarına simge olan bir isimle başlamak istedik.
Heykelin etkileri, yansımaları ne düzeydedir? Geliştirilebilir pratikler neler olabilir?
Aslında anıtın açılışını yaptığımız dönem politik süreç olarak Kürt meselesinde tabuların kısmen de olsa kırılarak Türkiye toplumu tarafından da konuşulduğu bir süreçti. Sürecin akamete uğraması, etkilerin pozitif yansımasını kesintiye uğratmadı ama çok yavaşlattı diyebiliriz. Bilinen bir söz vardır büyük değişimler küçük birikimlerden başlar.
Dersim’de yapılan bu hafıza çalışması halkla nasıl paylaşıldı, halktan gelen geri dönüşler ne şekilde oldu?
Yerel yönetimler olarak, o zaman yaklaşmakta olan ve kentte uzun yıllardır büyük mücadeleler sonucu geleneksel olarak kutlanmaya başlayan Munzur Kültür Sanat Festivali öncesi yapılan toplantıda bir düşünce olarak paylaştık. Olumsuz bir ger dönüş olmadı ama festivalin tarihi çok yakın olduğu için insanlara çok inandırıcı gelmemişti. Anıtın yeri, biçimi ve yine bizim gibi küçük bir belediye için bütçe sorunu vardı. Konuyu Belediye Meclisinde gündem yaptık ve tartıştık. Yine olumsuz karşılama yoktu ama zaman konusunda endişeler vardı ve orada da yetişemez bakış açısı hakimdi.
Bizim festival programını oluşturma çalışmalarımız oldukça katılımlı ve uzun bir zaman dilimi içerisinde yapılır. Toplumun her kesiminin festivalde söz sahibi olması ve aidiyeti önemliydi. Buradan bakıldığında temsiliyet anlamında toplumun bütün kesimleri bu kararı onaylıyordu. Ama doğrudan demokrasi anlamında geniş katılımlı halk toplantıları yapmaya zamanımız kalmamıştı. Aslında yıllardır katılımcı ve demokratik tartışmalarla karar alınarak yapılan organizasyon festivali bölgenin en ilgi çeken festivali haline getirmişti. Fakat zamanın kısıtlı olması halkla yeterince paylaşma konusunda eksikliklere neden olsa da böylesi bir çalışmanın geniş bir sahiplenme bulacağından kuşkumuz yoktu. Öyle de oldu.
Anıtın yapımından sonra, anıt Dersim‘in en ilgi çeken mekanlarından biri oldu. Herkesin mutlaka uğradığı bir yer haline geldi. Bu da insanların anıtın neden konulduğunu ve anıttaki kişinin kim olduğunu sorması demekti ki, bu da hafızalaştırma bakımından oldukça önemliydi. Halktan insanlar bizi gördükçe, 1937-38’de halka karşı yapılanlarla akıllarda kötü bir yer edinen Kışla’ya karşı konulmasını çok anlamlı bulduklarını anlatıyorlardı. Bu meydanda Kışla olarak kullanılan yer, hafızalarda katliam ve haksızlıkla özdeşleşmişti. Şimdi Seyit Rıza sırtını Munzur’a vermiş elinde tesbihiyle Kışla’ya karşı oturuyordu. İlk gördüklerinde ağlayarak anlatıyorlardı.
Tunceli Emniyet Müdürlüğü tarafından, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına anıta yönelik suç duyurusu yapılıyor. Bunun üzerine savcılık, suç teşkil etmediği kararı verdiğinde de siz bir açıklamanızda “devlet artık bu karardan sonra Dersim Katliamı ile yüzleşmelidir” demiştiniz. Sizce bu anıt toplum ve devlet nezdinde bu yüzleşmeyi ne kadar ortaya çıkardı. Anıtın onarıcı, iyileştirici yanları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında yukarıda ki soruda kısmen bunun cevabını verdim sayılır. Devletle olan bölümü süreçle çok ilintili bir durum. Oysa devlet farklı olanı görmenin yeterli olmayacağını onunla birlikte yaşamaksızın güzel şeyler olmayacağının farkındadır. Sözle değil gerçek manada hakikatle yüzleşme yaşansaydı toplumsal vicdan kanamaya devam etmezdi.
Toplumsal yönüne bakacak olursak pozitif anlamda daha iyi yol alındı diyebilirim. 1937-38 Dersim katliamı daha fazla bilinir oldu. Yaşananların yüksek sesle konuşulması toplumsal belleğe katkı sunarken aynı zamanda anıtın konulması ortak hafıza oluşmasında önemli bir nokta oldu. Halk buraya bir ziyaretgaha çevirdi. Belli günlerde çıralarını yakarken, anıtın olduğu yerin adını çoktan değiştirmişti bile. Kışla Meydanı artık Seyit Rıza Meydanı olarak geçiyordu. Sonraları resmi kurumlar bile Seyit Rıza meydanı olarak kullanacaklardı.
Dersim özelinde hafıza mekânları, kuşaklararası aktarım, arşivcilik anlamında yapılan birçok çalışma var fakat pratikler sınırlı düzeyde. Bununla ilgili neler düşünüyorsunuz? Bu sınırlılığın nedenleri sizce nelerdir?
Evet aslında bu konuda Dersim diasporasında da önemli çalışmalar yapıldı, yapılmakta. Aydını, yazarı, araştırmacısı, çizerinin olması ve örgütlü olmanın gücünü bilen toplum olması bir avantaj. Bunda toplum olarak farklı bir inanca sahip olmanın ve bu inancın yok sayılmasının önemli bir yeri var diye düşünüyorum. Ama aynı zamanda zorunlu göçlerle dağılan bir toplumsallık var. Bir çok çalışmanın ortaklaştıracak bir kurumsallaşma yok. Öyle olunca çalışmalar topluma sınırlı yansıyor veya yansıma fırsatı bulamıyor. Pratikler kişilerle sınırlı kalıyor. Aslında yerel yönetimler pratiğimizle kısmen de olsa bu konuda iyi adımlar atılmıştı. Başlattığımız hafıza çalışmalarına ilgi artmış ve bu konuda çalışma yürüten bir çok değerli insan bizimle buluşmaya başlamış.Hatta ortak projeler şekillenmeye başlamıştı. Fakat kayyım dönemiyle birlikte bu adımlar silinmeye ve yok edilmeye çalışıldı; kesintiye uğratıldı. Ama toplumsal hafıza bunu kaydetti bir kere. İletişimin en hızlı bir çağda olması buna katkı sunma noktasında duruyor diyebiliriz. Hala yasakların olması insanların elindekini koruyamama kaygısını yükseltiyor. Bu da bildiğini ya da elindekini koruma amacıyla sınırlı tutmayı beraberinde getiriyor. Ülkede hukukun işlememesi bu durumu daha da pekiştiriyor.
Heykelin yapım süreci pratikleri ve dönem atmosferi sizce nasıldı?
Heykelin yapım sürecinin başlamasına yukarıda değindim. Hızla karar vermemizi sağlayan önemli faktörlerden biri, halkın bu konuda yıllardır bir şeyler yapılması konusundaki talep ve istekleriydi. Bu sebeple,büyük halk toplantıları yapmaya fırsat bulamamış olsak da yapıldıktan sonra heykelin sahiplenilmesi bizim ne kadar doğru bir yerde durduğumuzu göstermişti.
İlk kaygı hemen kaldırılacağı yönündeydi. Biz halkın sahiplenmesinden yana bir kuşku duymuyorduk ve hemen kaldırılmayacağı konusunda inancımız tamdı. Fakat teknik sorunlarımız vardı. Belediye olarak fazla bir gücümüz yoktu ve maddi kaynak oluşturmak için fazla zamanımız da yoktu. Anıt, sponsorla yapılamazdı. Halkın simgesi olmuş bir isme reklam almak hiç etik gelmiyordu.
Biz “Kışla Meydanı” olarak bilinen alana, by anıtı koymaya karar verdik. Ama anıtı koyabilecek belediyeye ait olan uygun bir yer de yoktu.Anıtın yerinde o zaman belediyeye ait bir bina vardı. İçinde kiracılarımız vardı ve belediyenin de ekonomik olarak kiralara ihtiyacı vardı. Buna rağmen binayı yıkıp, park yapma kararı aldık.
Bu planları yapmaya başladığımızda, Park Bahçeler Müdürlüğümüzü yeni ihdas etmiştik; doğru düzgün bütçesi bile yoktu. Hızla kiracıları çıkarmak için yasal işlemleri başlattık. Aslında o zamanlar Dersim’de kiracıların yer bulması da öyle kolay değildi. Fazla uygun kiralık yer yoktu. Ama kiracılarımıza projemizi anlattınca, sorunsuz bir şekilde binayı boşalttılar. Müdürlük Güneydoğu ve Doğu Anadolu Belediyeler Birliği’den proje desteği aldı ve çalışmaları başlattık.
Sıra anıtın projesi ve heykeltraş bulmaya gelmişti. Arkadaşlarımız fizibilite çalışması yaptılar.Sonra heykeltraşımız geldi ve kendisine projeyi anlattık. O da bir tarih çalışması yaparak, anıtı projelendirdi ve bize sundu. Heykeltraşımız konuyla ilgili kaynak taraması yaparak, Seyit Rıza’nın ruhuna uygun bir proje yaptık e kısa bir sürede gece gündüz çalışarak anıtı açılışa yetiştirmişti. Çok heyecanlıydık ve hepimiz anıtın son halini açılışta görecektik. Anıt bütün mütevaziliğiyle, elinde tesbihiyle, halkla göz teması kuran bir yükseklikteki kaidenin üzerine oturtulmuştu. İnsanlar anıtın çevresinde mum yakarken, çocuklar Seyit Rıza’nın kucağına çoktan oturmuş onun tesbihiyle oynamaya başlamışlardı bile.
Dönemin siyasi atmosferini düşünecek olursak, kısmen düşünce özgürlüğünün yaşandığı veya “mış” gibi davranıldığı bir süreç vardı. Öyle de olsa tüm Türkiye’nin gündemine girmesi önemliydi. Üstelik hiç de öyle yer yerinden oynamıyordu negatif anlamda. Hatta herkes neler yaşandığını hayretle dinliyordu. O dönem buralarda (Dersim) askerlik yapanlardan arasında tek tük de olsa hala hayatta olanlar vardı ve tanıklıklarını büyük bir üzüntü ve pişmanlıkla anlatıyorlardı. Bu tanıklıklar kayıtlara girdi bir kez. Sayıları az da olsa, bunlar hafızalaştırma ve hakikatle yüzleşme konusunda çok önemliydi. Çünkü yıllardır çok büyük çarpıtmalar söz konusuydu ve devletin arşivlerinin açılması konusu gündeme girmişti.
Anıta karşıt tepkiler neler oldu? Bu tepkilerin bir kısmının hukuki sürece girdiğini biliyoruz. Bu süreç nasıl işledi ve ne sonuçlar çıktı?
Aslına bakılırsa karşıt tepkiler beklediğimizden daha azdı. Bir süre sonra savcılık soruşturma için gerekli belge ve bilgileri istedi, istenilen belgeler gönderildi. Soruşturmadan herhangi bir şey çıkmadı.Ülkede demokratik yerel yönetimlerin güçlü olması demek demokratik yöntemle yurttaş katılımını sağlayarak sorunların sağlıklı biçimde çözülmesinde ki önemini koruyor.