1915 yılında gerçekleşen Ermeni Soykırımı öncesinde Ermeniler, Anadolu’nun kadim halklarından biri olarak varlığını sürdürmekteydi. Katliam ve zorunlu göç süreci sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Ermenilerin maruz bırakıldıkları bu feci uygulamaları resmi olarak hiçbir zaman kabul etmedi. Ermeni Soykırımı, devlet söyleminde, I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin düşman güçlerle iş birliği yaptığı ve güvenlik tehdidi oluşturdukları için göç ettirildiği ve ölümlerin Anadolu topraklarında yaşanan karşılıklı boğazlaşmadan (mukatele) ileri geldiği şeklinde kuruldu. Bu çerçevede, Ermenilerin Anadolu’da yüzyıllar süren varlığı reddedilmekle kalmadı, Ermenilere ilişkin toplumsal hafızanın yıl be yıl ortadan kaldırılması için ciddi bir çaba harcandı. Bir yandan, soykırım sürecinde yaşamını kaybetmeyen veya zorunlu göçe maruz bırakılmayan Ermenilerin kendi kimliklerinden vazgeçerek Müslümanlaştırılmaları amaçlandı. Diğer yandan, kolektif hafızanın Ermeni geçmişinden arındırılması adına, Ermeni mülklerine (Emval-i Metruke) devlet tarafından el konuldu, bu mülkler Müslümanlara dağıtıldı ve bu halkın varlığını sembolize eden yapılar ve eserlerin süreç içerisinde tahrip edilmesine izin verildi. Bu yüzden, Ermenilerin Anadolu’daki varlığını yeniden toplumsal hafızaya taşıyan hafızalaştırma çalışmalarına ciddi bir ihtiyaç var.
Osmanlı döneminde Habab’ta yaklaşık 207 hanede 1648 Ermeni yaşamaktaydı. Ayrıca Meryem Ana ve Surp Gatoğige adlı 2 kilise, Surp Asdvadzadzin adlı 1 manastır, Aşağı Çeşme ve Yukarı Çeşme adlı 2 çeşme bulunmaktaydı (Kevorkian & Paboudjian, 2012). 1634 yılında inşa edilen Habab Köyü çeşmelerinin restore edilmesinin, hem Ermenilerin yaşadığı acıların tanınması hem de Anadolu’daki Ermeni varlığının toplumsal hafızaya yeniden kazandırılması bakımından önemli olduğunun altı çizilmelidir.
Yararlanılan Kaynaklar
Kevorkian, R. & Paboudjian, P. (2012). 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler. Çev. Mayda Saris. Aras Yayıncılık.
Habab Köyü’nde bulunan çeşmenin restore edilmesinde, Hrant Dink’in ailesinin avukatlığını yapan Fethiye Çetin’in “Anneannem” isimli kitabından esinlenilerek yola çıkıldı. Çetin’in kitabında, Heranuş ya da Müslümanlaştırılmış adıyla Seher isimli anneannesinin hikâyesi anlatıldı. Bu hikâyede yer alan ve Heranuş’un doğup büyüdüğü köy olan Habab’ta bulunan çeşmenin restore edilmesi fikri geliştirildi. Aldığı hasar 2009 yılında gönüllü mimarlar tarafından tespit edilen bu çeşmenin yeniden yaşama kazandırılması çalışmaları Hrant Dink Vakfı bünyesinde başladı. Çeşmenin restore edilme süreci Ağustos-Kasım 2011’de tamamlandı. Çalışmayı yapan Hrant Dink Vakfı, restorasyon sürecini sadece teknik sorunların aşılması süreci olarak görmekten ziyade, proje ekibi ile yerel halk arasında toplumsal bir etkileşimi gerçekleştirme fırsatı olarak değerlendirdi. Projeye katılan Ermeni ve Türk gençleri civar köylerdeki çocuklar için oyun, resim, boya atölyeleri ile sohbet toplantıları gibi sosyal etkinlikler düzenledi ve yerel halk ile proje ekibi birçok kez buluşmalar gerçekleştirdi. Ayrıca, yerel halk arasında bazıları Müslümanlaştırılmış olan Ermenilerin çocuklarıyla ve bölge halkıyla sözlü tarih çalışması yapıldı. Restorasyon sürecinde gerçekleşen bu etkileşimler ve yerel halkın Ermenilere ilişkin toplumsal hafızası kayda geçirildi ve daha sonra bir belgesel haline getirildi. İzleyen süreçte, 2012’de bir şenlik gerçekleştirildi. Şenliğe resmi makam temsilcileri, yerel halktan kimseler, proje ekibi ve projeyi destekleyen kişi ve kurumların katılımı sağlandı. Şenlik açılışında, Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink, Fethiye Çetin ve Kovancılar Belediye Başkanı Bekir Yanılmaz konuşma yaptı. Kardeş Türküler ise şenlik devam ederken bir konser verdi.
Öncelikle, bu çalışmaya aktif veya destekçi olarak katılan insanlarda restorasyon çalışmasının dönüştürücü bir etki yarattığı söylenebilir. Türkiye, Ermenistan ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen gönüllüler bir yandan Ermeni tarihi ile somut bir biçimde ilişkilendi, diğer yandan da Ermenilere ilişkin kolektif hafızanın yeniden ve pozitif bir biçimde canlandırılmasına katkıda bulunuldu. Türkiye gündemine ağırlıklı olarak soykırım tartışması üzerinden dahil olan Ermeni halkının Anadolu’daki geçmişinin tanınması yönünde önemli bir adım atıldı. Bu hafızalaştırma projesine resmi otoritelerin de katılım göstermesiyle, siyasi mücadelenin ötesine geçilerek geçmişle yüzleşme açısından umut verici bir noktaya ulaşıldı.
Bu hafızalaştırma çalışması süresince karşı karşıya kalınan en temel zorluk, Türkiye’de hâlâ siyasi olarak oldukça tartışmalı ve kutuplaştırıcı bir eksene sahip olan Ermeni Soykırımı nedeniyle var olan toplumsal ve siyasal paranoya ile mücadele etmekti. Nitekim, Ermenilerin Anadolu’daki geçmişine ilişkin yapılan hafızalaştırma çalışmalarının oldukça ciddi negatif reaksiyonlara yol açtığını önceki örneklerden biliyoruz. Çalışmanın yürütücülerinden olan Fethiye Çetin’in ailesinin bu köyde yaşamış olması, resmi yetkililerden destek alınması için ortaya konan gayretler ve civar köydeki insanlarla yoğun bir sosyal ilişki geliştirme çabası sonucunda bu engeli aşmak mümkün oldu. Ancak 2020 yılında yaşanan Karabağ Savaşı sırasında Türk devletinin doğrudan bir taraf olarak konumlanması Ermenilere yönelik pogrom tehdidinin tekrar yükselmesine yol açtı. Irkçı gruplar Azeri ve Türk bayrakları astıkları araçlarla Ermeni kiliselerinin önünden ve Ermenilerin yaşadığı muhitlerden konvoy halinde geçerek bir anlamda tehditte bulundular. Savaşın ardından Türkiye’nin de girişimleriyle bir “normalleşme süreci” başlatılması için çeşitli görüşmeler yapılmaya devam ediyor.